Divan (*)

 Divan sözcüğü bizlere ilk etapta oturulacak yeri çağrıştırır (şimdiki genç kuşak için belki öyle olmaya bilir) Orta kuşak ve yaşlılar divanı iyi bilirler. Eskiden koltuk denilen oturgaçlar henüz daha her eve girmediği gibi “Türk tarzı” yaşamında bir parçası değildi. O yıllarda yüksekçe oturulacak yerler –kanımca ekonomik nedenlerden dolayı- birden fazla kişinin oturacağı şekilde ahşaptan yapılırdı. Üzerine içi yün veya pamuk doldurulmuş minder konulur, sırt kısmına ise içi saman doldurulmuş “kıtık” denilen sert yastıklar veya içi pamuk dolu “kırlantler” yerleştirilirdi. Bu oturgaca kimi yörelerde sedir diye de isimlendirilirdi. Günlük yaşamımızda evin bir parçası hem de önemli bir parçası olarak yer alan divan, psikiyatrinin aracı olarak Freud’la yer aldı ve literatürde “Türk divanı” ismiyle anılır oldu.
Divan, 1998 tarihinde Türkçe olarak yayınladığında Amerikalı bir psikiyatrist Irwin D. Yalom’un bir romanı olarak karşımıza çıktı.
Sistemin gelişmişliği bireyi daha da yalnızlaştırdığından kendini daha az tanır, bilir hale geldi. Önce kendini sonra çevresini tanıma isteği insan psikolojisini konu edinen roman, öykü ve görsel sanat alanlarına daha fazla ilgi gösterir oldu. Bu ilgi toplumun aşağı kesimlerinde değil de “orta sınıftan” geliyor olması da; (1) Aşağı kesime göre olayları kavramada, anlamaya çalışmada daha “uyanık” olması, (2) Teknolojik ürünlerle ilk bu kesimin tanışması nedeniyle birey üzerindeki olumsuzluklardan ilk etkilenen olması, (3) Yaşam tarzı olarak içinde bulunduğu ilişkilerde, çok çeşitli ilişki içerisinde olmasına rağmen daha çok yalnızlık yaşıyor olması ve (4) Gerek okumaya, gerekse görsel sanat etkinliklerini izlemeye hem zaman hem de ekonomik olarak elverişli olmasından ileri gelmektedir.
Bu beklentiye denk düştüğü için Yalom okunan bir yazar durumuna gelmiştir.
 “Depresyon mu?! Tabii ki depresyondayım. Kim olsa depresyon geçirir. Miyadımda depresyon diyorum ben buna. Sefil durumda, keder içinde bir ihtiyarım ben. Cesareti kırılmış, yapayalnız, kendinde fena halde şüpheye düşmüş hayatı utanç içinde sona erecek bir ihtiyar.”(Divan, sf. 43)
Belle, zengin bir ailenin çocuğudur. Babası eve ve ev halkına mikrop taşınacak diye ödü kopuyor. Bu yüzden Belle’yi 14 yaşına kadar okula göndermiyor, özel öğretmenler eve geliyor. Ve baba, kızı Belle’yi severken eldiven takıyor. Kızından da mikrop alacağı endişesini yaşıyor. Belle böyle bir ortamda, insan sıcaklığından uzak, dokunma ve dokunulma tadını almadan büyüyor. Bu yüzden, Dr. Trotter’ı baştan çıkaran Belle insan dokunuşlarına kendini bırakıyor. Hem de kafası estiği her bara girip, bir erkeği “ayartarak” neredeyse her gece yapıyor bunu. Ama en çok Dr. Trotter’i istiyor. Yaşlı Trotter belki de Belle için sevgiliden çok bir “baba” oluyor. Öyle ya en çok Dr. Trotter’ın öğütlerini dinliyor, ona verdiği sözlerde duruyor.
Belle’nin babası tipik bir kent soylu, her ilişkisini parayla ölçüyor. Örneğin Belle’ye doğum gününde ütülenmiş dolarlar armağan ediyor. Belle “bu pis dünyada” çocuk doğurmak istemiyor. Kocası çocuk çok istediği için sürekli kavga ediyorlar. Evliliklerinden birkaç yıl sonra kocasının libidosu sıfırlanıyor ve Belle’nin kocasıyla olan cinsel yaşamı bitiyor. Yazar burada, bu olay kadını, kabına sığmayan deli-dolu kadını gireceği ilişkilerde önünü açabilmek için belki de bilinçli olarak kocasının libidosunu iflas ettiriyor ve kadını “özgürleştiriyor” (!)
Dr. Trotter evli “Evet, çok yalnızım. Karımla yıllardır birlikte yaşıyorduk, bir alışkanlık vardı tabii. Ben hep işim için yaşamışımdır; evlilik, hayatımın kıyısında bir yerlerde durmuştur. Karım, insani yakınlık ihtiyacımı hastalarımla giderdiğimi söylerdi hep (abç) Haklıydı da.” (43) Ama Belle ona psikoterapiye geldiği yaşlarda Dr. Trotter kendini beğenmiyor “Bir baksana bana!” diyor Ernest’e. “İki değnek, git gide kötüleşiyorum, çirkinim, suratım kırışıklıklar içinde, şiş şiş, her tarafım sarkmış, döküldükçe dökülüyorum.” (25)
Sevgisiz ilişki içinde kötü ve uzun süren evlilik yaşamış, kendini beğenmeyen bir psikiyatrist. Baştan çıkaran çekici ve Dr. Trotter’ın ifadesiyle “güzel bir kadın”
Dr. Trotter süreç içerisinde Belle’ye karşı farklı şeyler, belki de çok uzun süredir hissetmediği, geçlik yıllarında duyduğu heyecanı duymaya başlıyor. “Onu sevdim” diyerek, ilişkiyi tanımlamış oluyor.
Roman Dr. Trotter bölümüyle başlıyor ve yazar buna “giriş” diyor. Romanın karakterlerinden psikiyatrist Ernest, psikiyatride kariyer yapmış önde gelen isimlerinden olan ama “hastasıyla uygunsuz biçimde cinsel ilişki kur”makla suçlanarak meslekten men edilmiş Trotter’e soruşturmasını yapmakla görevlendirilir.
Yazar’ın bu bölümü kitabın başına yerleştirmesinde iki amaç olsa gerek; çünkü romanın diğer bölümlerinde ne Dr. Trotter var, ne de Dr. Trotter öncesine geri dönüş.
İki amaçtan birincisi;
Dr. Trotter statükocu psikiyatri anlayışına karşı ve kendine Jung’u dayanak yapıyor. “Jung’un, her hasta için yeni bir terapi dili bulma anlayışın tartışmıştım...Ben hadiseyi Jung’tan da öteye götürdüm. Her hasta için yeni bir terapi icat edilmesin önerdim, her hastanın tamamen kendine özgü olduğu nosyonunu ciddiye almamız ve her biri için tamamen kendine özgü bir psikoterapi geliştirmemiz gerektiğini savundum.”(Sf. 13)
Ve Dr. Trotter bu tezinden hareketle Belle’ye yaklaşır. Doktor-hasta ilişkisinden “sevgili” ilişkisine uzanan yolculuk bu hareket tarzıyla başlar. Trotter şu sonucu çıkarır: “Saçma görünüyor ama, yine de şu anda bile, doğru olanı yaptığıma inanıyorum. Bazen kader bizi öyle durumlara düşürür ki, doğruyu yapmakla yanlış yapmış oluruz.” (Sf. 45) 
Burada “doğru” olanın “yanlış” olması, mevcut psikatri ahlakına göre hastanın “iyileşmesi” için uygulanan yöntemin çelişmesidir. Dr. Trotter’ın bu sözünü Ernest roman boyunca zaman zaman hatırlayacaktır.
Yazar, Ernest’i başka bir kariyer sahibi psikiyatrist, hem de Ernest’in gözetmeni olan Marshall’a tanımlatır. “Ernest’in ilaç araştırmalarında mükemmel bir birikimi olan zeki ve düşünceli bir geçtir. Ama terapist olarak...çok disiplinsizdir, çok hürmetsizdir, ikonoklasik denilecek bir tavrı vardır. Daha da kötüsü bu kural tanımazlığın marifet sanır, ‘yenilik’ veya ‘deneysellik’ gibi adlar altında itibar kazandırmaya çalışır.”(Sf. 403-404) Başka bir yerde de “Ernest....abartılı ve fevri adamdı... Ama hepsinden beteri, tam bir yeni yetme edasıyla putları yıkma işine soyunuyordu Ernest: Disipline, meşru otoriteye, ondan çok daha fazla vukuf sahibi sebatkar analistlerin onlarca yıl çalışıp didinerek ortaya koyduğu bilgiye saygısı pek kıttı.” (Sf. 151) 
Bu romanın olumlu tipi ve yazarın taraf olduğu belki de kendinden bir şeyler katarak yarattığı roman karakteri Ernest’e Dr. Trotter zemin oluşturuyor veya olumlu karakter Ernest’in ip uçlarını veriyor. (Kural tanımaz statükocu anlayışa karşı çıkan bir psikiyatrist daha vardır; Seth Pande. Bunu ayrıca ileride değerlendireceğim.)
Roman ve öykü yazarları gerek olayların geçtiği mekanlarda, gerekse eserlerin karakterlerinde kendi gerçekliklerinden yararlanırlar. Kimi yazarlar olmak isteyip de olamadığı bazı yanlarını roman karakterinde yaratırlar. Bazen de olaylar ve gelişmeler karşısında kendi psikolojik durumlarında faydalanarak eserin karakterinde yeniden üretirler. Yazar genellikle olumlu tipi kendine yakın bulur hatta bazen bu olumlu tipten yana da taraftır. Bu yüzden Divan romanında da Yalov’un biraz da Ernest olarak düşünmekte yanlış değildir.
İkincisi;
Romanda uzunca yer tutan Ernest-Carolyn ilişkisidir. Ernest doktor, Carolyn hastadır. Carolyn amacı Ernest’i baştan çıkarıp, meslekten atılmasını sağlamaktır. Dr. Trotter’ın başına gelen Ernest’in de başına gelir.
Dr. Trotter, Belle’nin yaptıklarını anlatıyor; “Kafayı bana takmış güzel bir kadın, her gün beni düşünüp mastürbasyon yapıyor, onunla yatayım diye bana yalvarıyor, hiç durmadan benimle ilgili fantezilerini anlatıyor, menimi suratına sıvamaktan ya da çukulatalı çöreğin hamuruna katmaktan bahsediyor.”(Sf. 25) Belle, anlattığı porno düşünceleriyle Dr. Trotter’ı baştan çıkarmaya çalışıyor. Ne ilginçtir ki Dr. Trotter da bu porno düşüncelerle tahrik olmaktan öte “pornocu” kadına sevdalanmaya hazır!
Carolyn’de Ernest’e benzerlerini anlatıyor “Carolyn hayalinde onun düğmelerini çözüşünü. Ernest muayene sandalyesinde otururken önünde yere diz çöküşünü, pantolonunun fermuarını açıp onu ağzına alışını... Ernest’i tekrar tekrar tam orgamz noktasına kadar getirip sonra ağırdan almaya başlama, yumuşayana kadar bekleyip en baştan işe girişme düşüncesi çok hoşuna gidiyordu... Hala orgamz olamamışsa Ernest’i yere sürükleyerek fantezisine devam ediyordu. Ernest onun eteğini sıyırıyor, donunu ise çıkarmaya bile gerek  görmeden alalacele kenara iterek içine giriyordu.” (Sf. 274)
Dikkatli okuyucu gerek romanda, gerekse benim alıntıladığım bölümlerde baştan çıkarcı –birisi aşık edici- kadınlar hep porno filmlerinin sahnelerinde görülen görüntülerle fantezilerini anlatıyorlar. Romanı bir bütün olarak değerlendirdiğimde bir sonuca gitmek olanaklı oluyor: Sevgi temeline oturmuş sağlıklı, “estetik” değer içeren “sanat” inceliği taşıyan sevişme anlatımları bulmak mümkün değil, o halde ya yazarın kafası veya tercihi porno ilişkilerden yana ya da piyasa değerini yakalamak için pornoya başvuruyor.
Dr. Trotter’ın başına gelen ile Ernest’in başına gelene çok benziyor. Her ikisi de statükocu anlayışa karşı, her ikisi de hastaya göre terapi uyguluyor. Ama Dr. Trotter hastasına teslim oluyor, onunla cinsel ilişkiye giriyor. Ernest ise hastasına olağanüstü tahrik girişimlerine rağmen teslim olmuyor, direniyor.
Yazar, Dr. Trotter’ın başından geçen ve meslekten atılmasına neden olan bu olayı “giriş” bölümüne koymakla, romanın ilerleyen bölümlerinde Carolyn – Ernest ilişkisinde karşılaştırma zemin oluştursun diye kurgulamış. Okuyucu bu karşılaştırmayı yaptığında Dr. Trotter’ın ahlaksal zayıf, ama Ernest’ın mesleğinin hakkını veren olumlu tip olarak değerlendirecektir. 
 Müslüman – Yahudi çelişmesi ve Müslüman psikiyatristin afarozu
Seth Pande psikiyatrist, yerleşik kuralları hiçe sayarak ve hastalara yaklaşımda, ilişkide yeni bir tarz geliştirdiğini iddia etmektedir. Pande’nin hangi dinden olduğu, Pande’nin de karşısındakilerin kimler olduğu özel olarak belirtilmemiş olsaydı romanın bu bölümünün çok fazla özelliği olmadığı gibi üzerinde de durmaya gerek yoktu.
Yalov’un Müslüman psikiyatrist betimlemesi “Seth’in bir seksenlik kalın gövdesi kanser yüzünden dökülmüştü ama ışıltılar saçan ak saçları, yanık teni, kemerli burnu, heybetli çenesiyle etkileyici bir adamdı hala. Bir hükümdar soyundan gelmeydi ve Hindistan’ın Kuzeydoğu’sundaki Kipche eyaletinde bir sarayda büyümüştü. Babası Hindistan’ın BM Temsilciliğine getirildiğinde Seth de ABD’ye yerleşerek Exeter ve Harvard’da öğrenim görmüştü.” (Sf. 159 – 160)  
Bu bölüm yargılama bölümüdür. Enstitü Kurulu toplanır Müslüman psikiyatrist Seth Pande’yi yargılar. Yargılama tartışma biçiminde olur. Enstitü Kurulu tutucudur, bilinen psikiyatri yöntemlerinin dışında hiçbir yeniliğe izin vermez. Seth Pande iki uygulamasından dolayı eleştirilir. Bunlardan ilki “takas”tır. Takas tartışması romanda ilginç bir yer tutarken “takas” uygulamasına karşı çıkan Enstitü Kurumunun etkili  ismi Marshall ileride hastasıyla takas ilişkisine girer. (Yeri geldiğinde Mashall’ın “takas”ına değineceğim.)
Yalov “takas” tartışmasında Seth Pande’yi haklı izlenim bırakacak şekilde galip çıkarır. Buraya kadar bir problem yok. Önemli olan Seth Pande’nin ikinci uygulamasıdır.
Seth Pande psikanalizin yerleşmiş kurallarını altüst ederek hastalarıyla yeni bir ilişki geliştirir. Bu ilişki tarzı yeni bir tezin pratik şekillenmesidir.
“Susunuz! Diye çekicini indirdi Johm Weldon. Sadede gelelim. Bu konuyu incelemek için oluşturulan komite, psikanaliz teorisinin bazı temel direklerine saldırı niteliği taşıyan ve bunlarla alay ederek itibardan düşmelerini amaçlayan sözlerini, kamuoyu nezdinde beyan edilmiş ve yayımlanmış sözlerini dikkatimize sunmuştur...Oiddus kompleksiyle dalga geçiyor ve bunu bir “Yahudi hatası olarak reddediyorsun. Sonra da psikanalizin temel ilkelerindeki bir çok....
“Seth ‘elbette’ diye karşı saldırıya geçti. Espiriler yapmaya çalışmaktan da, her türlü mizah çabasından da vazgeçmişti artık, ‘elbette bir Yahudi hatasıdır. Viyana’daki küçücük Yahudi ailesini evrensel aile modeli haline getirmekte ve sonrada suçluluk duygusundan boğulan Yahudilerin kendi başlarına çözemedikleri şeyi bütün bir dünya adına çözmeye çalışmaktadır hata!
“Uğultular tüm salonu doldurmuştu şimdi ve bir-iki analist aynı anda konuşmaya başladı. ‘Yahudi düşmanı’ dedi biri. Başka bir çok söz daha duyuluyordu: Hastalarına masaj yapıyormuş’ ‘hastalarıyla seks yapıyormuş’
“Seth onlara dönüp konuşmaya başladı. Freud’un gettoda yaşayan ufak Yahudi ailesi insanlığın küçücük bir bölümünü temsil eder. Benim kültürümü alalım mesela. Yeryüzündeki her Yahudi aileye karşılık binlerce Müslüman aile var...
“Evet’ diyerek bir dergi açtı Morris, ‘bakın burada, Çağdaş Psikanalizin editörüne gönderilmiş bir mektup var. Biseksüel bir gencin şiddetli arzu ve özlemleri hakkındaki yorumunu tartışıyorsun; size bir alıntı: ‘Dünyadaki nihai huzura, yani babanın rahimrektumuna dönme yönünde evrensel bir arzuydu bu.’ Her zamanki alçak gönüllüğünle bundan da şöyle bahsetmişsin: ‘...Aslında temel bir dönüştürücü yorumdur bu, ancak psikanalizin ırkçı taraflılığıyla tamamen gölgede bırakılmıştır.
“Kesinlikle!...Az bile söylemişim. Evrensel bir yorumdur bu; artık bütün hastalarımla yaptığım çalışmanın merkezini oluşturuyor. Psikanaliz Yahudiler’in tekelinde değildir. Batı’nın olduğu kadar Doğu’nun da gerçeklerini kabul etmek ve kucaklamak zorundadır.”(Sf. 167 –168)
Seth Pande: 1- Yerleşik psikanaliz yöntemlerine karşı, 2- Psikanalizi oluşturanları örneğin Freud’u Yahudi tekelciliği kurmakla suçluyor, 3- Freud’u dar Yahudi ailesinin sorunlarına çözüm bulmakla ve bu yüzden evrenselliğe ulaşamadığı şeklinde değerlendiriyor.
Bu değerlendirmeyi yapan Pande ortaya psikanalizin evrensel tezi olarak “babanın rahim rektumu”nu atıyor ve hastalarıyla analistlerine bunu uyguluyor.
Yalov bu bölümde Seth Pande’nin statükocu kafalara karşı çıkışını ve Üniversite kurulunu oluşturanların durumunu bizlere iletiyor.
Yalov, Pande’yi biseksüel ilişki içerisinde göstererek ve bir de saçma bir tez; çünkü babanın rahim rektumu diye bir şey yoktur, sadece rektum boşluğu vardır. Bu rektum boşluğunun da rahim olması mümkün değildir. Hele hele insanlığın “nihai huzura” kavuşması için “babanın rahim rektumuna dönme yönünde evrensel bir arzusu” olduğu saçmalığı özel olarak Müslüman olduğu belirtilen Pande’ye yüklenerek Pande’nin kişiliğinde Müslümanlar mahkum ediliyor. Biseksüel ilişki yaşayan ve saçma iddialarda bulunan Pande Yahudiler karşısında yeniliyor.
Bana göre Yalov bu bölümü bilinçli yazıyor. Çünkü yazar ya Yahudi ya da genel olarak Müslümanlara, özel olarak da Filistinlere düşman. Bu poker düşkünü psikiyatrist Yalov’un özel bir kini olduğu anlaşılıyor.
Araplar ve Müslümanlar üzerine Filistinlileri küçük düşürmek için bir çok filimde biseksüel ilişki içerisinde olmak kullanıldığı biliniyor. Yalov da Divan romanında bunu yapıyor.
Marshall ve arkadaşları, Pande’yi bir hastasıyla takas ilişkisinde dolayı psikanalist ahlakını çiğnemekle suçlarlar. Bu aynı zamanda Pande’nin Enstitü Kurulundan atılışının nedenlerinden biri olur. Romanın ilerleyen bölümlerinde Marshall takas ilişkisine benzer iki hastasıyla ilişkiye girer. Bir hastası en pahalı Rolex saat ve çok büyük karlar getireceğini vaat ettiği bir şirketin hisselerini uygun fiyata satar. (Aslında hastası Marshall’ı dolandırır.) İkincisi; Dr. Pande’nin tahribatını gidermek için yapılan açıklamayı fırsat bilen Shelly tazminat davasından vazgeçirmek için girilen ilişkidir. 
Shell, doktor Pande’nin hastası olmuştur. Pande Enstitüden atıldıktan sonra Enstitü Pande’nin hastalarına zarar vermiş olabileceğinden dolayı derhal tedavi için, Enstitüye başvurma çağrısı yapar. Kumarbaz Shelly gazetelerde bu ilanı ve haberi okuyunca harekete geçer ve onun tedavisini Marsnalistler Birliği Başkanı Dr. Sunderlan psikiyatristlere yoğun eleştiri geldiğin ve Shelly’nin kendisin sürekli telefonla arayıp, fakslar gönderdiğini, tazminat davası açacağını Marshall’a sinirli bir sesle bildirir. Marshall’ın paçaları tutuşur.
Shelly bir gün Marshall kumarhaneye birlikte gitmeye aynı masada kovboy pokeri oynamayı bu oyun sırasında elindeki kağıtları nasıl belli ettiğini tespit etmesini ister. (Shell poker oynarken yüzündeki değişikliklerden ve hareketlerinden elinin iyi mi, kötü mü olduğunu belli etmektedir. Bu durumdan kurtulursa kumarda çok paralar kazanacağına inanır.)                                                                             
Marshall bu öneriyi bir koşulla; “Dr. Marshall’ın seansları sonucunda tamamen iyileştim ve hiçbir tazminat isteminde bulunmuyor” diye bir yazıyı imzalarsa kabul edeceğini söyler, anlaşırlar.
Bu olaylar bizlere Marshall’ın iki yüzlülüğünü yansıtırken, Pande’nin yargılama sürecindeki “takas” tartışması aynı zamanda iki yüzlülüğü görmemize zemin hazırlar.
Enstitünün etkili ismi, kariyer sahibi Marshall nasıl bir karakterdir? Bu karakteri çözümlemek psikiyatri dünyasının statükocu, tutucu kafalarının nasıl kişiler olduğunu verecektir.
Marshall’ın mutsuz bir evliliği vardır. (Roman bize evli olanların hep mutsuz olduğunu da anlatmış olur. Bu bilinçli olarak mı verilmiştir, yoksa kendiliğinden mi oluşmuştur onu ancak yazar bilir. Fakat, özellikle Amerikan toplumundaki evliliklerin mutsuzluk dolu olduğunu dikkate aldığımızda, yazarın bilinçli bir tercihi değil, tanıklığının bilincini etkilemesi sonucunda kendiliğinden oluşmuş olduğunu söyleyebilirim. Ve buradan bir sonuç daha çıkarabilirim: Birleşik Devletler'de genellikle evli çiftler –ki filmlerde de çok konu edilir- mutsuzdur. Yahudi olsalar bile!) Tutucu ve otoriter tavrını evde de karısına uygular. Karısının görüşlerine hiç önem vermez. Marshall hep iş ve para düşünmektedir. (Gerek hisse senetlerine sahip olarak, gerekse alanında hizmet vererek hep en fazla kazanmayı istiyor olması aynı zamanda yazarında aynı anlayışla yaşamda bir duruş içinde olduğunu bize göstermektedir.) Karısı da kendini ikebana, yani Japon çiçek düzenlemelerine verir. Marshall’ı aldatır. Marshall’ın aldatılmış olmaktan haberi yoktur. Aynı evde yaşıyor olmalarına rağmen neredeyse iletişimsizliği yaşarlar. Bir sonuç daha; mutsuz evlilikleri veya birliktelikleri ısrarla sürdürmeye çalışanlar aldatmayı da kabul edenlerdir.
Marshall’ın iki amacı vardır: Birincisi dünyanın en zengini, ve ikincisi Uluslar Arası Psikiyatri Birliği Başkanı olmak.                                                                                      
Marshall geçmişinden memnun değildir. O aşağı, yoksul sınıftan gelir. Hep sınıf atlamak ister. Borsada oynar, çok kazanmak için yatırımlar yapar, hatta çok paraya ulaşmak için meslek ilke ve ahlakın ihlal eder.
Marshall kendin şöyle anlatıyor: “Sabahtan akşama kadar varlıklı hastalara bakıyorum. Çok yakınlaşıyoruz, çok mahrem anları paylaşıyoruz, onlar için vazgeçilmezim ben. Yine de yerimi biliyorum. Bu meslekte olmasaydım bana zaman ayırmazlardı, biliyorum. Yoksul bir aileden gelme köy papazıyım ben; üst sınıflar bana gelip günah çıkartıyorlar. Pacific Union Kulübü... hedefe ulaşmanın simgesiydi... Hayatım boyunca bu hedefe yürüdüm ben.” (Sf. 434)
Yazar romanda tutucu ve otoriter anlayışa karşı duran üç karakter yaratmış: Dr. Trotter, Seth Pande ve Ernest. Bunlardan ilk ikisi psikiyatride yeni yaklaşım tarzları geliştirmiş olmaları yazar tarafından olumlanır ama onların “ahlaksal sapmaları” olumlanmaz. Üçüncü karakter Ernest belki de yazarın olmak istediğidir. Ernest tutucu ve otoriter psikiyatri anlayışına bir anlamda başkaldırandır. Ama Ernest, Dr. Trotter veya Seth Pande gibi ki tuzak kurulmuş olmasına rağmen meslek ilke ve ahlakını ihlal etmez.
Roman bize egemen ideolojilerin birer tutsağı olmuş, kent soylu sınıf dünyasının yüksek katlarına tırmanmak isteyen ve hastanın sorunlarını toplumsal sorunlarla ilişkilendirmeyen pskiyatristleri ve hastalarıyla olan ilişkilerini anlatır.                 
 (*) Bu yazı Kimlik Dergisinin 15 Mart 2002 tarihli 30. Sayısında yayınlanmıştır.  

Comments