AKP TOPLUMU NASIL DÜŞMANLAŞTIRIYOR?

AKP toplumu bölerek düşmanlaştırma politikası uyguluyor. Taksim direnişi günlerinde “yüzde 50'yi evde zor tutuyoruz” söylemi düşmanlaştırma politikasının bir ifadesi oluyor. Emperyalistlerin böl yönet, halkı halka kırdır taktiğini bilinçli olarak uyguluyor. "Öfke bir sanattır" edebiyatı saldırgan, tahrik edici ve nefret söylemini gizleme gayreti oluyor. İnsan katletmenin sanatı olamayacağı gibi düşmanlaştırmanın da sanatı olamaz.

İslam Türk diktatörlüğünün saflaştırmaya çalıştığı toplum aslında ortak çıkarları olan kaderleri kesişen ve kardeşçe yaşaması gereken bir toplumdur. Diktatörlüğün karşı karşıya getirmeye çalıştığı ve önemli bir ölçüde başardığı şüphesiz sınıflı toplumdur. Bu toplum sınıfsal bölünmüşlüğünü yaşıyor. Ancak toplum sosyal konumları olarak ayrıştırılmıyor. Her sınıf kendi çıkarları etrafında bir araya gelmiyor. Tersine sınıfların kendi çıkarları hedefinde bir araya gelmemesi için özel bir gayret gösteriliyor.

İslam Türk diktatörlüğü toplumdaki tüm sınıfları dini temelde bölüyor. Bunu neden yapıyor? Soru bu. Olağan işleyişe sahip kapitalist toplumlarda yönetici sınıf toplumun bölünmesinden zarar göreceğini düşündüğünden kendi istemlerini ortak payda yaparak birleştirici olmayı seçer. İslam Türk diktatörlüğünün de gönlünde bu var. Tüm toplumun itirazsız Müslüman diktatöre biat etmesini istiyor. Yıllarca bunun mücadelesini veriyor. Başaramıyor. Ülkemizin tarihsel gelişimi, kültürü, bilinci tek ortak payda İslam birleşmiyor. Toplumun yarısından fazlası İslam’ın devletleşmesinden büyük kaygı duyuyor. Böyle olunca da diktatör saldırıyor. Çareyi bölmekte, toplumu saflaştırarak düşmanlaştırmakta buluyor. Sadece emekçileri bölmüyor. Burjuvaziyi de kendine biat etmediği için “vatan hainliği” ile suçlayarak düşman ilan ediyor.

12 Eylül 2010 referandumuna giderken İslam’ı ortak payda yaparak bileştireceğini sınıyor. Referandum sonuçları moral değerini yükseltiyor ama sınamasının iyi sonuç vermediğini de görüyor. Bu işaret alıyor. Kürt burjuva hareketinin boykotunun dolaylı desteğe dönüşmesiyle referandumu kazanıyor. Biraz burada durmak gerekiyor. Bu gerekliliği yerine getirmeliyiz, getirmezsek eksik bırakıyoruz. Kürt burjuva hareketinin İslam Türk diktatörlüğüne nasıl destek olduğunu göstermek istiyorum. Referandumda boykot demek "evet"e destek olma anlamına geldiğini Kürt burjuva hareketi biliyor. Bilmediğini düşünmek saflıktır. Bildiğine eminiz. Kürt oylarının yoğun olduğu illere baktığımızda durum daha iyi anlaşılıyor. BDP'nin belediye başkanlığı kazandığı 7 ilin sadece birinde hayır çıkıyor. O ilin adı Tunceli. Kürtlerin tercihinden çok alevi oyları "hayır"ı belirliyor. Referandum yüzde 57.9 evet, yüzde 42.1 hayır şeklinde sonuçlanıyor. Kürt burjuva hareketi toplumsal gelişmenin önünde büyük engel olan AKP'nin devleti İslam Türk diktatörlüğü şeklinde tepeden tırnağa yapılandırmasında unutulmaz destek sağlıyor.

Referandum sonuçları toplumu İslam inanışında bir araya getiremeyeceğinin işareti oluyor. Bu işareti AKP alıyor. Önemli bir eşiği geçmiş olmanın özgüveni ile genel seçimlere gidiyor. Gücüne güç katıyor. Sandığa gidenlerin yüzde 49.9'nun oyunu alıyor. Özel olarak sandığa gidenler diyorum, çünkü sandığa gitmeyenler önem kazanıyor. Sandığa gitmeyenler ile sandığa gidip de oyları parlamentoya yansımayanların toplamı seçmenlerin 1/4'ünü oluşturuyor. AKP seçim sisteminin anti demokratik özelliğinden dolayı hak etmediği ezici çoğunluğu mecliste ele geçiriyor. Muhalifler tek başına anayasayı değiştirecek üçte iki çoğunluğa ulaşamadığı için seviniyor. Bu duruma sevinen muhalefetin ne kadar zavallı olduğu anlaşılıyor.
Bir önceki seçime göre oylarını artırmış olmanın gururu ve rahatlığıyla Tayyip, balkon konuşmasıyla her kesimi kucaklıyor, burjuva demokrasinin önündeki bütün engelleri kaldıracağını açıklarken Ortadoğu halklarına da selam göndermeyi unutmuyor. Destekçi liberallerimiz ile solcularımız müthiş seviniyor. İçleri içlerine sığmıyor. Çok çalıştılar, çok umut ettiler, nihayet o günlerin gelmesine az kaldığını güzel hayallerini kurdular. O an balkonun önünde olmadıkları için çok üzüldüler.   

Sonra, evet sonrası hüsran, hayal kırıklığı, çöküntü. Liberaller ve "yetmez ama evet"ci solcular şaşkın şaşkın, adeta yalvarırcasına Tayyip'i genel seçim sonuçları sonrası yaptığı balkon konuşmasına dönmesi için adeta yalvarıyor. Bize de diktatörden "demokrasi kahramanı" yaratan, devleti İslam anlayışına göre yeniden yapılandırma faaliyetlerine "sessiz devrim" deme cüreti gösteren bu "faydalı salaklara" geçmiş olsun demek düşüyor. Üzülüyoruz, gönlümüz bu duruma düşmelerini istemiyor ama umutlarını hiç tüketmiyor, yeniden umut yaratıyorlar. Umutlu olmak güzeldir, hayal kurmakta. Hayalleri olmayanın geleceği de olmuyor. Ancak yanlış yerlerden umutlanıyorlar. Kendi güçlerine güvenmediklerinin kanıtı olarak Kürt burjuva hareketiyle aynı siyasi oluşumda bir araya geliyorlar. Başucundan fanatik dinci Said Nursi'nin kitaplarını eksik etmediğini gururla söyleyen filmci ile açıkça şeriat istediğini ifade edenle bir araya gelmiş olmaktan hiç rahatsızlık duymuyorlar. Böylece emekçi sınıfları etnik temelde bölme operasyonuna destek verdiklerinin farkında olmadan Marksist olduklarını zaman zaman açıklıyorlar. En azından sınıfı hatırlamaları yine de bizim için kötünün iyisi oluyor.

Taksim direnişi Tayyip'in hem karizmasını çiziyor, hem de diktatör yüzünü iyice açığa çıkarıyor. Bir türlü İslami payda da bir araya getiremediği toplumu bölme faaliyetlerine hız veriyor. İslam Türk diktatörlüğünün kalıcı olmasının yolunun buradan geçtiğini fark ediyor.
Toplumsal gelişmenin doğal seyri birbirlerine düşman olmayacak ezici bir çoğunluğu işaret ediyor. Bir avuç burjuvazi saymazsak toplumun ezici çoğunluğunun çıkarları gereği aynı yerde olması gerekirken diktatörlük nasıl oluyor da birbirlerine düşman yapabiliyor? Sıra bu soruyu yanıtlamaya geliyor. İşte burada sosyal psikolojinin kurucusu sayılan Muzaffer Şerif'e gidiyoruz. Bugün dünyanın birçok televizyon kanalında yayınlanan Survivor onun teorisine dayanıyor. Her zaman olduğu gibi kapitalizm her şeyi paraya çevirmeyi bilirken aynı zamanda başka ülkeleri sömürgeleştirmede politik zemin olarak kullanıyor. AKP'de ağa babalarından öğrendiğini ülke içinde toplumu düşmanlaştırmada geri kalmıyor. Bölmek, düşmanlaştırmak yeni değil, Tayyip'in buluşu hiç değil. Zaten Tayyip'in her hangi yeni bir şeyi bulabilecek zekâya sahip olmadığı biliniyor. Keza Sineklerin Tanrısı romanın da Muzaffer Şerif'in deneylerine dayanarak yazıldığı söyleniyor.  Sosyal psikolojinin kurucusu sayılan bu güzel insan, çok değerli aydından kısaca söz etmemiz gerekiyor. Bu güzel insanı tanımamız tanıtmamız sınıf borcu oluyor.

Muzaffer Şerif öğrenimini Türkiye'de tamamlayıp İzmir Erkek Öğretmen Okulu'nda felsefe dersleri veriyor. Dönemin hükümeti felsefe eğitimini geliştirmesi için Birleşik Devletlere gönderiyor. Günümüzde başbakan olmak isteyenlerin icazet için Birleşik Devletlere gittiği görülüyor. Sosyalistler ile burjuva politikacıların ayrımı bu gidiş-gelişlerle de anlaşılmış oluyor. Muzaffer Şerif, ABD'de Harvard Üniversitesi'ne giriyor. 1935'te Columbia Üniversitesi'nde doktora çalışmasını tamamlıyor. Almanya ve Fransa'daki üniversitelerde kısa süreli araştırmalar yapıyor. 1937'de yeniden Gazi Eğitim Enstitüsü'ndeki görevine dönüyor. 1939 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde kurulan Felsefe Enstitüsüne doçent oluyor. O zamanların fakültesi şimdiki gibi değil. Fakülte gerçekten fakülte Muzafer Şerif yalnızda değil ö dönemin sosyalistleri Behice Boran, Niyazi Berkes, Pertev Nail Boratav gibi aydınlar ile birlikteler. Yoldaşların birlikte olması ne güzeldir. Zorluklara karşı direnmenin, engelleri aşmak için verilen mücadelenin tadı doyumsuzdur…    

Türkiye Komünist Partisi üyesi olduğu söylenir (Vedat Türkali) kimisi de değil der (Mihri Belli) Üye veya değil. O kadar önemi yok. Önemli olan o tarihlerde sosyalist duruş sergilemek. İnsanlık için, toplumsal gelişme için nerede duracağını bilmek. İşte o nerede duracağını bilenlerden oluyor.  Yazdıkları ve yaptıkları yönetici sınıfı rahatsız ediyor. 1944 yılında tutuklanıyor. Her güzel insan gibi o da iktidarın zulmünü tatıyor. En acısı da Hasan Basri Alp'in sorgu sırasında ölümüne tanıklığı oluyor.

Birleşik Devletlerin verdiği burs ile 10 Ocak 1945 tarihinde tekrar Birleşik Devletlere gidiyor.  1947'de Türkiye'ye dönmek için hareket geçiyor. Memurin Kanunun 4. maddesi 2. fıkrası uyarınca yabancılar ile evlenmiş olanların devlet memurluğu yapamayacağını öğreniyor. Muzaffer Şerif, Amerikan vatandaşı olan bir kadın ile evliydi. Yurda dönemiyor. İlerici öğretim elemanlarının üniversitelerden tasfiye edildiğini öğreniyor. Ülkesinden daha da uzaklaşıyor. Birleşik Devletlere kesin olarak yerleşiyor ve biraz da tepki olarak soyadını Şerif şeklinde değiştiriyor. Yönetici sınıfın baskı ve terörü orada da kendini buluyor. McCarthy döneminde baskıya yaşıyor. Alaska'da kalp krizi sonucunda dünyaya veda edeyor. Ama düşünceleri sosyal psikolojinin temelleri sürekli bizimle. İnsanlığın hizmetinde. Ne yazık ki sömürücü sınıflar ve onların yöneticileri onun çalışmalarını insanlık için kötü amaçlarla kullanmaya devam ediyor.

Sosyal psikolojinin temellerini kuran bu güzel insanın deneylerine gelmiş bulunuyoruz. Çok öğretici ve zihin açıcı olduğunu düşünüyorum. İslam Türk diktatörlüğünün politikalarını anlamamızda yardımcı oluyor.

Muzaffer Şerif, kafasında tasarladığını gerçekleştirecek yer olarak Oklahoma'daki Robbers Cave Milli Parkı'nı seçiyor. Burayı seçmesinin en büyük nedeni neredeyse dış dünya ile ilişkisiz yer olduğunu sanıyorum. Öyle ki kimileri "kuş uçmaz kervan geçmez 200 dönümlük yer" diye tanımlıyor. Deneyin amacı öğrencilere söylenmiyor. Burasının bir yaz kampı olduğu bir kaç ay geçirileceği söyleniyor. Kabul eden 11 yaşındaki öğrencilerden 24 kişi seçiyor. Seçilenlerin hepsinin ilgi alanlarının, benzer geçmişlerinin ders notlarının aynı seviyede olmasına dikkat ediyor. Normal yaşamda arkadaş olan gençleri 12 şerli iki ayrı guruba ayırıyor. İki grup birbiriden habersiz iki ayrı otobüsle kampa yola çıkarılıyor. İki grup da kendini tek sanıyor. Kamp yerleri de birbirlerinden uzak tutuluyor. İki ayrı kampta bulunanlar birbirleriyle karşılaşmıyor.  

Birinci hafta çocuklar parkta günlerin tadını çıkarıyorlar. Yarışmalar ve eğlenceler ile çocuklar birbirleriyle iyice kaynaşıyor.  Her iki grup da birbirinden habersiz kendi gruplarını isimlendiriyor ve grup liderini seçiyor. Grupların kendi hiyeraşisi oluşuyor. Astlar, üstlere itaat etmeye, grup liderleri emir vermekten haz almaya başlıyor. Verdiği emirlere itaat etmeyenleri azarlıyor. Sert davranmaktan çekinmiyor.

İkinci aşamada gruplar spor ve eğlence dallarında yarışma için karşı karşıya getiriliyor. İşte burada şaşırtan davranışlar gözlemleniyor. Kazanmak için grup üyelerinin diğer grubun üyelerine düşmanca davrandıkları görülüyor. Her iki grup kazanmak için aşırı enerji sarf etmeye başlıyor. O kadar ileriye gidiliyor ki neredeyse birbirleriyle çatışır duruma geliyor. Tehlikeli bir hal alması üzerine bu aşama bitiriliyor.

İki grup arasında düşmanlık derecesine varan ilişki biçimi oluşuyor. Buradan şu sonuç çıkıyor: Başlangıçta birbirleriyle dost olanlar, aralarında her hangi bir problemi olmayanlar dışarıdan müdahale ile düşmanlaştırıla bilinir. Emperyalizm ve İslam Türk diktatörü en çok bu kısmını seviyor, en çok bunu öğreniyor, en çokta bunu uyguluyor.

Muzaffer Şerif deneyi burada bitirmiyor. Düşmanlaştırıldığına göre dostluklarda oluşa bileceğine geçiyor.

Bu kez her iki grup için ortak hedefler belirliyor. Rekabeti ortadan kaldırıyor. Bir grubun başarısı diğer grubun başarısızlığı üzerine kurulmuyor. Bir grubun tek başına yapamayacağı büyüklükte hedefler konuluyor. Gruplar arası işbirliğini gerektiriyor. Muzaffer Şerif ve diğer görevliler kampın tek su kaynağını kullanılmaz hale getiriyor. Su sorunu herkesin sorunu haline geliyor. İki grubun üyeleri de kafa kafaya vererek sorunu çözmek için çalışıyor. Sonunda başarıyorlar.

İşler yoluna giriyor. İki grup arasındaki düşmanlık son buluyor. Dönüşte iki ayrı grubun üyeleri kaynaşıyor. Birlikte yolculuk yapmak için aynı otobüse binmek yarışına giriyor.

İkinci sonuç; diğerinin başarısızlığı üzerine başarı inşa edilmezse, sorunların çözümünde dayanışma, dostluk, kardeşlik gelişiyor. Kapitalizm de, diktatör de bu kısmını hiç sevmiyor. Yok sayıyor. Hatta insanlar çiğ süt emmiştir güvenilmez sözüne çok inanıyor.







Comments