"Paralel Devlet" Deyişi Devleti aklama Gayretidir.

Kapitalist sistemlerde devlet genel anlamda burjuvazinin iktidarıdır diye tanımlanır. Doğrudur. Burjuvazi sınıftır ama ayrı ayrı burjuvalardan oluşur. Her burjuvada büyümek, büyümek, daha da büyümek ister. Sermayesini çoğaltma isteğinin sınırı yoktur. Bunun içinde hem yerel hem de merkezi iktidara sahip olmak ister. Seçimlerin yapıldı, çok partili sistemde kendini değişik partilerde ifade eder. Zaten seçime katılan sermaye partilerin her biri burjuvaziyi en iyi ben temsil ederim yarışı içinde olur. Burjuva politikacıları medyada meydanlarda her yerde "her şey halkın refahı ve mutluluğu için" diye propaganda yaparlarken sürekli yalan söylerler.

Devlet tren değildir. Devlet ordudur, polistir, tüm üst yapı kurumlarıdır. Devlet kadroları özenle seçilir. Önemli kurumlara polis, ordu ve yargı gibi kurumlara olanın bilgisine ve kültürüne sahip hak etmişler getirilmez. O mevkilere iktidarı ele geçirmiş olan gücün istemleri, politikasını uygulayacak kadrolar getirilir.

Kapitalist toplumlarda devletin bir görünen yüzü vardır bir de görünmeyen yüzü. Burjuva devleti gizli ilişkiler ve yasa dışı işler içinde olur. "Paralel devlet" denilen kadrolar iktidarın istediği her türlü operasyonu yapan kadrolardır. Ayrıca bu tür operasyonları kolaylıkla yapmaları için her türlü yasa iktidarın meclis çoğunluğu tarafından çıkarılmıştır. "Paralel devlet" denilen devletin ta kendisidir. Geçmişte Susurluk'ta kamyona çarpanda devlet örgütüydü, bugün birbirlerinin gırtlağına sarılanlarda. Bugün birbirlerinin kuyusunu kazanlar aynı zamanda 10 yıldır birlikte çalışanlardı. Bugünün iktidar sahiplerinin iki de birde "ecdadımız ecdadımız" diyerek gururlandığı ecdatları da saltanat için kendi çocuklarını bile boğazlatmışlardır. Bu gelenekten gelenler iktidar hırsıyla kavgaya tutuşmuşlardır.    

Seçim kazanan parti iktidar olmaz. İktidar olmak ile hükumet olmak farklı şeylerdir.

"Askeri vesayet" dönemlerinde seçimi hangi parti kazanırsa kazansın sadece hükumet olabiliyorlardı. Memleketi aslında generallerin belirleyici olduğu Milli Güvenlik Kurulu (MGK) yönetiyordu. Emperyalist destekli Cemaat, Erdoğan ittifakı tepeden tırnağa siyasi operasyon olan "Ergenekon" ve benzeri operasyonlar ile MGK'yı etkisiz durumuna getirdiler.

Generallerin ve onların "sivildeki" uzantılarının tasfiyesi için polis ve yargıya Cemaatçi kişilikleriyle bilinen kadrolar yerleştirildi. AKP'nin daha doğrusu Yeni Osmanlıcılık ideolojisini içselleştirmiş yeterli kadrosu olmadığından, aynı zamanda seçim sürecinde cemaat ile yapılan ittifakın sonucu olarak AKP ihtiyacı olan kadroları cemaatçilerden devşirdi.

AKP, 12 Eylül referandumuyla üst yapı kurumlarını ele geçirerek iktidarlarını ilan ettiler. Bu süreç aynı zamanda Davutoğlu/Erdoğan kliğinin mutlak iktidar olma sürecinin de başlangıcı oldu.

Yeni Osmanlıcılık, güncelleştirilen Nakşicilik olan Fethullah yorumu ile çelişen bir politikadır. Fethullah'ın dış politika anlayışı ile Yeni Osmanlıcılığın dış politikası uyumlu değildir. Fethullah, Birleşik Devletler emperyalizminin himayesinde, onu gücendirmeden, kırmadan mümkün olduğu kadar çatışmadan kaçınarak diyalog ile dış politikayı yürütmekten yanadır. Misyonerlik ve lobicilik olan okul faaliyeti ile her ülkeye girerek nüfus alanları oluşturmak ister. Yeni Osmanlıcılık ise bölgede lider devlet olmak için İsrail ile çatışmayı göze alır. Çünkü Ortadoğu halklarının ezici çoğunluğu Müslüman'dır ve İsrail'den nefret etmektedirler.

Davos'tan başlayıp Mavi Marmara'ya uzanan İsrail'i hedef alan politika bu amaçla uygulamaya konulur. Fethullah ise bu dış politikaya tepkisini dile getirmekten çekinmemiştir.

İçeride de ekonomik temelde yükselen çatışmalar dershanelerin kapatılması ile doruğa yükselmiştir.  TURCON'da örgütlenmiş sermaye grubu Fethullah yanlısı olanlardan oluşur. MUSİAD ise AKP yanlılarından oluşur. Son bir yıl içinde Erdoğan/Davutoğlu kliği tarafından TURCON üyesi burjuvazinin büyümesini önleyici dıştalayıcı önlemler almaya başlamıştır.

Demokratik olsun veya olmasın çok partili seçimlerin yapıldığı ülkelerde devlete burjuva ideolojisinin tek bir renginin sahip olması neredeyse olanaksızdır. Devlet kurumları seçim süreçlerindeki siyasi güç odaklarının ittifakına göre şekillenir.

Erdoğan'ın diktatörlük kuruluş sürecini tamamlaması için devletteki Cemaatçi kadroları temizlemesi veya teslim alması gerekiyordu. İktidarı paylaşma sürecine son vererek devleti kendisine sürekli destek veren bir kesimin hizmetine sunmak istiyordu. Böylece bir yandan siyasi iktidar tekelinde olacak ve istediği gibi her politikayı uygulayacak diğer yandan da kendisine destek vermiş burjuvaziyi hızla büyütmeye devam ederek yaratılan her türlü imkan ile Sünni İslam ideolojisini topluma itirazsız kabul ettireceği hesabı içindeydi.

Klikler arasındaki iktidar kavgasında Erdoğan oldukça zor durumda kalıyor. Erdoğan'ın elinde yasama, yürütme, MİT ve birde sürekli kara propaganda ile kendisine destek veren medya var. Erdoğan geçmişte de olduğu gibi kitlesel gücünü kullanarak meydan mitingleriyle iktidarını tehdit edenlere gözdağı vermeye çalışıyor. Erdoğan'ın elinin Cemaate karşı güçlü olmadığı anlaşılıyor. Cemaat elinde bulundurduğu polis, yargı ve medya kullanarak 17 Aralık operasyonu ile bir adım öne geçiyor. Erdoğan iktidarını korumak ve geleceğe ilişkin diktatörlüğünün inşa sürecini tamamlamak için dayanacağı iki güç olduğunu görüyor. Ancak her iki gücünde kendi iktidarını zaafa uğratma içeriği taşıdığının da farkında. Peş peşe yapılan açıklamalar, MGK'da konuşulanlar ve bildiriye yansıyanlar yeni ittifak arayışlarının işareti oluyor.

Erdoğan'ın 2014 yılında yeni hamleleri bu güçlerle birlikte yapacağı tahmin ediliyor. Bir yandan medya aracılığıyla kitleler hazırlanmaya çalışılırken, diğer yandan da ittifakın alt yapısı oluşturma çalışmalarının yapıldığı görülüyor.

Erdoğan'ın yeni ittifak güçlerini ordu ve Kürt burjuva hareketi oluşturuyor. Kürt burjuva hareketi ortaya çıkan mevcut durumda fırsatçı davranarak Cemil Bayık aracılığıyla "Erdoğan'ın kurtuluşu barış sürecini ilerletmesi ile mümkündür" açıklamasıyla işbirliğine hazır olduklarını ifade ediyor. Yaklaşık bir yıl önce Paris'te üç Kürt kadının katledilmesi sorumluluğu aniden Cemaatçi örgütlenmeye yükleniyor. Yapılan bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi Kürt burjuva hareketi AKP'ye seninle işbirliğine hazırım diyor ve bekliyor.

2 Ocak 2014 tarihli gazetelere yansıyan bir haber dikkat çekiyor. 17 Aralık operasyonunda bir gün sonra Anayasa mahkemesi üyeleri ve askeri yargı mensuplarının Genelkurmay karargahına davet edildiği ve genelkurmay başkanı ile yemek yedikleri haberleri yer alıyor. Bu kadar üst düzey yargıcın ve genelkurmayın sadece yemek yemediği anlaşılıyor. Tutuklu askerlerin durumu ve yeniden yargılamaya ilişkin konuşulduğu belirtiliyor. Tesadüf mü, bilinmiyor. Ama MİT müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılmasıyla başlayan klikler arasındaki iktidar kavgasının dershanelerin kapatılması süreciyle bir adım daha ileriye götürülmesini dikkate aldığımızda Erdoğan/Davutoğlu kliğinin Cemaatin karşısında yeni ittifak arayışlarının önceden başladığı, 17 Aralık operasyon sürecinin ise bu ittifak faaliyetlerine hız verdiği anlaşılıyor.

Erdoğan'ın danışmanı Yalçın Akdoğan biraz öfkesinden birazda mesaj vermek için "bunlar orduya da kumpas kurdular" açıklamasını yapıyor. Gerçi sonradan yazacakları ve yapacağı açıklamalar ile biraz kıvırtacak, ama olsun niyetin ne olduğu anlaşılmış oluyor. Benzer bir sinyal Adalet Bakanlığı görevine getirildikten bir kaç gün sonra Bekir Bozdağ'dan geliyor “Siyasilere bir şey söylemek isterim. O da şu: birtakım hukukla ilgili yanlışlıklar olabilir. Yanlış olan anayasa ve yasalara aykırı olan bir şey varsa onunla ilgili bir karşı duruşu hep beraber ortaya koymamız lazım.”

2013 yılının son MGK toplantısı yapılıyor. Bu toplantıda da tutuklu askerlerin durumu gündeme geliyor. Genelkurmay "TSK kurumsal kimliğini ve personelinin hukuki durumunu ilgilendiren konulardaki gelişmelerin hukuk devleti ve hakkaniyet ilkelerine bağlı kalınarak sonuçlandırılmasının yakında takip edilmesine devam edilecektir" açıklamasını yapıyor. Ancak bu açıklama yapılmadan önce Utku Çakırözer'in yazdığına göre (Cumhuriyet, 28. 12. 2013) genelkurmay başkanı hem hükümet kanadı ile hem de cumhurbaşkanı ile görüşüyor. Yani onlarında onayını alarak bu açıklama yapılmış oluyor.

2 Ocak günü genelkurmay bir hamle daha yapıyor. "Ordu mensuplarının yargılandığı davlarda suç delilleri üretildi, savunma dikkate alınmadı" diyerek suç duyurusunda bulunuyor. Bu suç duyurusunun sadece tutuklu askerleri çok sevdiklerinden yapılmadığı anlaşılıyor. Bu çıkış kısa vade için AKP iktidarının çok işine yarıyor. Birincisi; bir çok üst düzey kadronun tasfiyesinden ve bir dizi yasal değişikliklere rağmen AKP orduya güvenemiyor. Devletin bu bölünmüşlüğü toplumda güven bunalımı yaratıyor. Biraz sokakların kıpırdanması ve meydanların "hükümet istifa" sloganları ile inlemesiyle ordu içindeki AKP huzursuzluğunun Mısır benzeri bir sonuç doğurmasının önüne de geçilmiş oluyor. Çünkü AKP ile Genelkurmayın tutuklu askerlere bir güzellik yapacağı görüntüsü oluşuyor. Eğer varsa ordu içindeki huzursuzluğun gazı alınmış oluyor. İkincisi, Erdoğan'ın çete anlamına gelen "paralel devlet" ve "inlerine gireceğiz" açıklamaları devlet içinde illegal örgüt gerekçesiyle Cemaatin üstüne gidileceği işareti oluyor. Bunun içinde bazı zeminlerin ve suçların olması gerekiyor. Genelkurmayın suç duyurusundaki "suç delili üretmek" örgütlü çete faaliyetinin delili olarak kullanılacağı izlenimi veriyor.

Bu gelişmelerden şöyle bir ara sonuç çıkarmak mümkün oluyor; köşeye iyice sıkıştırılan Erdoğan, iktidarını kurtarmak için yeni ittifaklar ile yeni bir sürece hazırlanıyor. Cemaat yargısının mahkum ettiği ve cemaat yargısı mahkum ederken "iyi oldu" diyerek destek verdiği hem askerleri hem de KCK tutuklularının serbest kalması için hazırlıklara başladığı. Böylece köşe sıkışmışlığını orduya ve Kürt burjuva hareketine dayanarak aşmayı ama aşarken de "demokrasi" ve "özgürlük" nutuklarını dilinden düşürmeyeceği anlaşılıyor. Bu arada her iki iktidar odağı en çokta şuna dikkat ediyor. Kendi aralarındaki çatlağın kendi düzenlerini sarsacak boyuta gelmesini önlemek için muhalif kitle hareketlerini acımasızca bastırmayı ihmal etmiyorlar. Akhisar'da Erdoğan geçerken evinin penceresinden ayakkabı kutusu saldı diye kadının evi basılıyor. Her iki iktidar kliğinin de muhalif kitle hareketinden çok korktuğu anlaşılıyor.

Medyada Erdoğan'ın sözcüsü konumunda olan Yeni Şafak gazetesinden İbrahim Selvi "AK Parti'nin yeni hamlelere ve yeni paydaşlara ihtiyacı var." diyerek,
yazdıklarıyla zihin açıcı oluyor. Okuyoruz. " Eğer bir takım hukuksuzluklar yapıldıysa, cemaat ele geçirmek istediği yerlere, Ergenekon bayrağını sallamak suretiyle sızdıysa bunu tasfiye etmek görevimiz olmalı....
Yaşanan mağduriyetler ne olacak?
Üretilen deliller, tapelere sonradan eklenen suç unsuru konuşmalar, birbiriyle bağlantılı olmayan kişilerden teşekkül ettirilen örgütsel yapılar...
Bu durumda yapılacak olan Meclis'te bir komisyon kurmak ve bu işin gerçek fotoğrafını çekmek olmalı.
Meclis Araştırma Komisyonu Ergenekon'la mücadele kılıfı altında haksızlık, hukuksuzluk yapıldığını, mağduriyetler yaşandığı tespit ederse, siyaset buna duyarsız kalamaz....
2013 yılında üst üste operasyona maruz kalan AK Parti'nin 2014'te bir çıkış planının olması lazım.
Bu neden toplumsal barışı yeniden inşa planı olmasın.
'Def gibi gerildiğimiz' bir aşamada yeni bir kucaklaşma neden yaşanmasın?
Hem Ergenekon sanıklarının, hem çözüm sürecinin yararlanabileceği bir formülün geliştirilmesi zor değil.
Birileri buna genel af diyebilir." (Yeni Şafak, 02. 01. 2013)
2014 yılı çok çatışmalı geçeceğe benziyor. Ne yazık ki filler tepişirken yine çimler mi ezilecek sorusu orta yerde duruyor.



  



Comments