Polis, Yumruk, CHP
Tayyip
partisinin grubunda öfke dolu konuşuyor. Öfkeyi sanat olarak kullanmıyor. Tehdit, şiddet, aşağılama, konuşurken iyice
sevimsizleşen yüzüne yansıyor. Kendi koyduğu çıtayı seçimlerde aşabilen
başbakanın keyifli olması gerekiyor ama o öfke kusuyor. Seçimlerden önce "yüzde
38 üzerinde alacağımız her oy başarıdır" demişti. Yüzde 40'ın üzerinde oy
aldı ama o sevinemiyor. Neden acaba? İçerideki "başarı" ona yetmiyor.
Ayrıca yüksek rakımlı Ankara'nın tepesine beklendiği gibi kolay çıkış olmadığı
anlaşılıyor. Abdullah Gül'ün Çankaya'nın rahat ve konforlu koltuğunu bırakmak istemediği
gazetelere yaptığı açıklamadan öğreniyoruz. Gül başkanlık sistemine de karşı
çıkıyor. Twitter yasağı yanlıştır diyor, arkasından deliyor. Sonrada Anayasa
mahkemesi yasağı kaldırıyor. Tayyip küplere biniyor. Seçimde elde ettiği
"başarıya" sevinemiyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi "cihan
padişahı" olma isteğinin onay görmediğini hem Birleşik Devletler hem de
Avrupa Birliği tavırlarıyla ortaya koyuyor. Gerek Birleşik Devletler olsun
gerekse Avrupa Birliği Tayyip'i kutlamıyor. Kutlamadıkları gibi bir de
yasakçılığını, muhaliflere olan davranışlarını eleştiriyorlar. Putin'in dışında
önemsiz devlet temsilcileri kutluyor, o kadar. Tayyip'in yüzünden düşen bin
parça. Önüne geleni fırçalıyor. Hoşuna gitmeyen soruyu soran gazete muhabirini
azarlıyor. Sık sık abdestini bozan kelimeleri iç dünyasında seslendirdiğini
tahmin etmekte zorlanmıyorum.
Devleti
yönetenlerin diyeceğim ama bizim ülkemizde çoğul kullanamıyorum. Devleti tek
kişi yönetiyor. Sadece devleti olsa iyi medyayı da o yönetiyor. Hangi alt yazının geçeceğine kadar karar veriyor. Utanmasa Hatuniye camisinin tuvalet ücretini de belirliyecek ama o kadarı da fazla olacak diye sessiz kalıyor. Mecliste oturanların birer tuzluk olduğunu kendi söyledi. Tuzluklar da tuzluk olmanın hakkını veriyor. Kutluyoruz. Onurun bu kadar çok ayaklar altına alındığına tanıklık ettiğimiz içinde çok üzülüyoruz. Ve onlar öyle sıradan tuzluklar değil. Kimin tuzluk olacağına da kendisi karar
veriyor. 30 Mart'ta AKP'den seçilen belediye başkanlarına da o karar vermişti.
Her şeyi şef belirliyor ama uzatılan her mikrofona demokrasi diyor. Bu yüzden devlet yönetimi için çoğul değil tekil sözcük kullanmak zorunda kalıyorum. Evet
devleti yöneten kişinin karakteri ideolojisi ve kültürü neyse yönettiği
kurumlarda öyle şekilleniyor. Diktatör genel olarak emekçileri, emeğiyle bu
dünyayı yaşanılacak hale getirenleri ve özellikle de işçileri sevmiyor. O, zaten
insanı da sevmiyor. O, yaratandan korkuyor. Korktuğu için seviyorum diyor. Yine
doğru söylemiyor. Sevgi nedir bilmiyor. Çünkü sevgisiz büyümüş. Çocukluğunda sürekli
şiddet görmüş, hakarete uğramış, hatta tavana asılmış. Böyle büyüyen çocukların
sevgiyi bilmesi ve sevgi temelinde ilişki kurması mümkün olmuyor. Sorunların çözümünde ve isteğin kabul edilmesinde hangi yöntem
uygulandıysa o yöntemi büyüdüğünde uyguluyor. Tayyip, babasından şiddet ve öfke
öğreniyor. Eh o da yönettiği topluma devlet aracılığıyla şiddeti uyguluyor.
Diktatör
kapitalist sistemin has savunucusu, bu biliniyor. Yani burjuvaziden yana
işçilere karşı. Gerek işçi direnişlerinde, gerekse ölümlü iş kazaları
sonucundaki tavırları, açıklamaları ve de çıkardığı yasalar işçileri değil
patronları düşündüğünü kanıtlıyor. İşçilerin tepkisinden korktuğu
için meydanları yasaklıyor.

Tayyip'in
ABD ile arası bozuk. Obama kutlamıyor. Ülkemizde TÜSİAD da örgütlü büyük
sermaye ile arası bozuk. Benden daha iyi sizi savunan bulamazsınız demesi
gerekiyor. Greif işçisine yapılan operasyon birazda bunu içeriyor. Şunu
anlıyoruz; sadece sokakta hak arayanlara değil aynı zamanda grev yapan işçilere
de polis şiddeti uygulanacaktır. Diktatörlüğün ustası öyle buyuruyor. Bu
operasyon aynı zamanda 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamaya hazırlanan sendikalar ve
meslek örgütlerine de gözdağı oluyor. Israrcı olmayın, başka meydan mı yok
gidin orada kutlayın, yoksa haaaa...
Kemal
Kılıçdaroğlu saldırıya uğruyor. Önemsiz bir darbe alıyor. Ancak saldırganın
açıklamaları Abdi İpekçi'yi öldüren Mehmet Ali Ağca'nın yakalandığında yaptığı
açıklamayı çağrıştırıyor. Ağça "hiç bir örgüte bağlı değilim"
demişti. Kılıçdaroğlu'na yumruk atanda "hiç bir örgüte bağlı değilim"
diyor. Aynı dili konuştuğuna göre gelenek sürüyor. Sonra bir benzerlik daha
görülüyor. Hrant Dink'i katleden "Alperenim" demişti. Yumruk atanda
"Alperenim" diyor. Sonradan AKP üyesi olduğu anlaşıldı. Hrant Dink'i katledenle polisler Türk bayrağı önünde anı fotoğrafı çektiriyor. Kılıçdaroğlu'na yumruk atanın omzuna da polis elini gayet dostane koyuyor. Sanki tanışıyorlarmış veya kutluyormuş gibi. Bunlar rastlantıda olabilir, ancak yumruklu
saldırıda bulunanın geçmişi ve kültürsüzlüğü dikkat alındığında bu ifadeleri
kullanması sanki "öğretilmişliği" işaret ediyor. Annesinin
"kullandılar" açıklaması duygusal olabilir ama aynı mahallede yaşayanların Hürriyet gazetesine "onu meydan da bıraksan alt sokaktaki camiyi
bulamaz" ifadeleri yardım ve destek almadan
Kılıçdaroğlu'nun geçeceği meclis koridorunu bulabilmesinin hiçte kolay olmadığını işaret
ediyor. Yakalandıktan sonra usulden sorgulanması, derinleştirme yapılmaması
şüpheleri artırıyor. Sıradan vatandaşların yumruklaşması veya birinin sıradan
birine yumruk atması olsa önemsiz olur. Ama saldırıya uğrayan, hem de mecliste
saldırıya uğrayan ana muhalefet partisi genel başkanı olması çok ciddi
sorgulanmasını zorunlu kılarken, üstün körü geçiştirilmesi soru işaretlerini
çoğaltıyor. En çokta cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oluşabilecek ittifakları
bozmaya yönelik bir saldırı olduğu yorumları yapılıyor. Olabilir de.
Saldırganın "Alperenim" ifadesinin milliyetçi duyarlılığı ile biline
kitle ile sosyal demokrat kitlenin arasını açmayı içerdiğini yazıyorlar.
Şimdiki bulgular sadece soru işaretlerinin oluşmasına ve şüpheye neden oluyor.
Ancak bir çok tezgahın kurulacağı, bir çok provokasyonun yapılacağı gerek
tapelerden, gerekse deşifre olan Suriye'ye savaş açma tezgahından ve de meclise
gelen MİT yasasından tahmin edilebiliyor.
CHP muhalefet etmekten korkuyor.
Kimi seçim
bölgelerinde özellikle de Ankara'da hile yapıldığını CHP'nin kendisi tespit
etmesine rağmen süt dökmüş kedi gibi sessiz kalması hem ortaya çıkan sonucu
kabullenmiş havası veriyor hem de kendi hakkına bile sahip çıkamayan bir partinin
toplumun hakkına hiç sahip çıkamaz imajını oluşturuyor. Gerçekten de CHP hileyi
tespit etmesine rağmen hakkını aramaktan acze düşmüş görülüyor. Bir tek oya
bile sahip çıkarak kitleleri harekete geçirmesi gerekirken hiç bir şey olmamış
gibi davranış sergiliyor. Böyle sessiz kalarak hakkın alınamayacağını ya
bilmiyor ya da sistem tehlikeye girecek diye korkuyor.
Comments
Post a Comment