Rehineler, Savaş ve Tampon Bölge

Erdoğan cumhurbaşkanı seçildikten sonra yalaka medya bir süre Erdoğan için "başkomutan" sıfatını ısrarla kullandı. Şimdiye kadar medya çok özel günlerde Cumhurbaşkanı için "başkomutan" sıfatını kullanmıştı.

Neden özel olarak Erdoğan için "başkomutan" sıfatını kullanma gereği duyuldu?

Bir, diyerek yazmak gerekiyor; tek adam yönetimine ikna için. Sadece bir iki kurum değil, ordu gibi en önemli militarist kurumun cumhurbaşkanı Erdoğan'a bağlı vurgusuyla orduya başkomutan olmuş birisinin diğerlerinin de  başı olmasında sakınca yoktur algısı yaratılmak istendi.

İki; "başkomutan" vurgusu generallere bir göndermeydi. Erdoğan'a cezayı generaller verdirmişti. Gazetelere "muhtar bile olamaz" manşetini onlar yazdırmıştı. İşte o Erdoğan "başkomutan" olarak generallere karşı zaferini ilan etmekle kalmıyor, her birinin komutanı oluyordu.

Üç; bence en önemlisi bu "başkomutan" diye yayın yaparak kamuoyunu savaşa hazırlama gayretidir. Çünkü, savaşı ve savaş meydanlarını çağrıştıran "başkomutan" ifadesini sık sık kullanarak toplumda savaş politikalarının benimsenmesi istenmiştir.

Medya "başkomutan" ifadesini tabii ki poposundan uydurmadı. Bir işaret aldı.

Ecevit'i "Karaoğlan" yapan Kıbrıs savaşıdır. Aydın Menderes'in meclis kürsüsünde dediği gibi halkın dağlara taşlara "Karaoğlan" yazmasının nedeni Kıbrıs Savaşı'nda kazandığı başarıdır. İkincisi, Ecevit'e hükümet kurma olanağı sağlayan seçim başarısı A. Öcalan'ın teslim edilmesidir. Gerçi Ecevit titreyen sesiyle medyaya Türk Özel Tim'inin müthiş bir operasyon ile "Apo"yu ele geçirdiğini açıklamıştı...

Erdoğan'ın bir savaş kazanmaya çok ihtiyacı var. Seçim kazanmak toplumun hafızasında çok da kalıcı yapmıyor. Özal'ı anımsayalım. İlk seçim zaferinde nasılda el üstünde tutulmuştu... "Başkomutan" olarak savaş kazanmak hem toplumsal desteği tavan yaptıracak, hem de Ortadoğu'daki enerji kaynakları ve pazarların paylaşılmasında çok önemli bir avantaj sağlayacaktır. O yüzden Erdoğan/Davutoğlu savaş kliğinin zafere ihtiyacı var.

Rehinelerin serbest bırakılması böyle bir fırsatın yaratıldığı sevinciyle Erdoğan  "Irak’ta bir süredir alıkonulan Musul Başkonsolosumuz, ailesi ve Başkonsolosluğumuzda bulunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, yapılan başarılı bir operasyonla kurtarılmıştır... Operasyonun son derece başarılı biçimde yürütülmüş, vatandaşlarımızın Türkiye’ye intikal ettirilmiş olması, Büyük Türkiye’nin ulaştığı seviyeleri göstermesi bakımından da son derece önemlidir ve değerlidir."

Erdoğan'ın operasyon vurgusu anıdan Davutoğlu'nun açıklaması ile suya düştü.

"Günlerdir çalışmalar yürütülüyordu, son dönemde yoğunlaşmıştı. Bir ara 'Azerbaycan seyahatiyle ilgili programı değiştirsek mi' diye düşünüyorduk. Bu gece itibariyle böyle bir gelişme bekleniyordu. Gece 23.30'dan şu saate kadar da buradan bizzat çalışmaları takip ettim. MİT Müsteşarıyla her an temas halindeydik. Biraz önce, yarım saat kadar önce sınırımızdan içeriye girdiklerinde, ülkemize kavuştuklarında bunu kamuoyu ile paylaşmaya karar verdik. Gece boyunca Başkonsolos ile telefonda temas halindeydik. Sağlık durumları iyi, şimdi arkadaşlar teslim aldılar."

Erdoğan "Büyük Türkiye" derken Davutoğlu "Güçlü, derin kültüre sahip milletler" demeyi ihmal etmiyor. Güce ve büyük olmaya özel vurgu yapılıyor. Ve bugünkü diktatörlük yanlısı medya da "Amerika ve İngiltere rehinelerini kurtaramazken, Türkiye çok başarılı bir operasyon ile rehineleri kurtarması dünyada hayranlık yarattı" şeklinde sözüm ona haberlere yer veriliyor. Böylece büyük ve güçlü devlet olduğumuz psikolojisi oluşturulmak isteniliyor.  

Rehineler neden serbest bırakıldı?

"Velev ki takas yapıldı."
"Siyasi ve diplomatik pazarlıklar yapıldı..siyasi pazarlığın neticesidir." (Erdoğan)
Ayrıca Erdoğan "Maddi pazarlıktan söz ediliyorsa, katiyen böyle bir şey yok" sözünü IŞİD'e yakınlığı ile bilinen Takva sitesinin açıklamaları ile değerlendirdiğimizde maddi, yani parasal bir pazarlığın yapılmadığı akla geliyor.

Maddi pazarlıklar yapılmadıysa neyin pazarlığı yapıldı?

Pazarlık varsa, ki olduğu açık, alma-verme vardır. İslam Türk Diktatörlüğünün bu pazarlıkta rehineleri aldığı kesin. Ancak ne verdiği bilinmiyor. Bir de Erdoğan'ın ağzından takas itirafı geldi. Neyin, kimin takası? IŞİD'e ne verildi? Hapiste veya gözaltında olan önemli IŞİD'ciler mi verildi? Uçak mı, tank mı, top mu ne verildi?

Takva sitesinin "Türk hükümetinin İslam Devlet karşıtı koalisyona girmeyeceği açıklamasından sonra serbest bırakıldı" ifadesine dikkate aldığımızda siyasi pazarlığın emperyalistlerin başını çektiği IŞİD'e karşı savaşta Türkiye bugüne kadar ki tavrını sürdürme olduğu anlaşılıyor. Böylece IŞİD bir yandan Kuzey cephesini sağlama almak ile kalmayacak, her türlü lojistik, silah ve insan desteği de devam etmiş olacak. Siyasi pazarlığın bu olup olmadığı önümüzdeki günlerde özellikle BM toplantısından sonra anlaşılacak.

Biraz çelişik gibi görünen bir tez, ama oldukça düşünülmesi geriyor.

Emperyalistler özellikle Birleşik Devletler ve İngiltere, Suudi Krallığı aracılığıyla IŞİD'in elindeki rehineleri bırakmasında önemli etki yaptı.

Böyle bir şey olabilir mi? Olması mümkün.

İslam Türk Diktatörlüğü IŞİD'e karşı oluşturulacak savaş koalisyonuna hangi gerekçe ile gönülsüz yaklaşıyor ve biz sadece insani alanda oluruz diye açıklama yapıyor? Düne kadar IŞİD'in elinde 49 vatandaşımız rehin IŞİD'e karşı cephede yer alırsak onların canları tehlikeye girer diyordu. Kısmen de emperyalistler hak veriyordu. Hatta bu konuda Birleşik Devletler Dışişleri Bakanı Kerry rehineler olayına dikkat çekmişti. IŞİD'e karşı savaşta Türkiye çok önemli. Sadece cephe açılması değil, özellikle sınırın IŞİD tarafından yol geçen hanı gibi kullanılması. Ayrıca diktatörlüğün her türlü yardımda bulunması. Eğer diktatörlük IŞİD'e karşı kurulan savaş cephesinde aktif yer alırsa, en azından sınırı kapatır, lojistik desteği keserse IŞİD'in kısa sürede yok edileceği görülüyor. İşte emperyalistler diktatörlüğün gerekçesini ortadan kaldırmak için çok fazla mesai harcadıkları anlaşılıyor. Hem de çok uygun bir zamanlama yapıyorlar. Birleşmiş Milletler toplantısından önce.

İslam Türk Diktatörlüğü, IŞİD ile olan sıkı-fıkı olmayı bir koz olarak kullanma politikalarını oluşturuyor. Erdoğan özellikle tampon bölge üzerinde duruyor. Suriye topraklarında tampon bölge kurulmasını kabul ettirirse bir taşla bir çok kuşu vuracağı hesabını yapıyor.

"Büyük devletiz! büyük devletiz!" diye böbürlenen diktatörlük, Suriye topraklarında tampon bölge kurmaya gelince gücü yetmiyor. Tırsıyor. Hatırlayalım ne diyordu zamanın Dışişleri Bakanı Davutoğlu "100 bin Suriyelinin gelmesi kırmızı çizgimizdir" yani 100 bin Suriyeli geldi mi Suriye topraklarında tampon bölgeyi kurarız. Gelenleri o tampon bölgede kabul ederiz. Resmi rakama göre bir milyon iki yüz bin Suriyeli Türkiye topraklarında yaşıyor, yaşamaya çalışıyor. İlkokul müsamerelerindeki gibi sağa sola gülücükler dağıtan Davutoğlu bu sözlerini çoktan unuttu, ama büyük devlet demeyi, kimse gücümüzü sınamaya kalkmasın demeyi hiç unutmadı. 

Hükümette görev alan bazılarının ayakları yere basıyor. Davutoğlu gibi atıp tutmuyor. Tampon bölge konusunda Beşir Atalay "Birleşmiş Milletler'den karar çıkmazsa tampon bölge Türkiye'nin tek başına yapabileceği bir iş değil. Bunun riskleri var. Siz tampon bölge kurarsanız havadan insanlar bombalanır. Bunun sorumlusu siz olursunuz" derken bir gerçeği açıklamış oluyor. Tek başımıza daha doğrusu emperyalistlerin aktif desteği olmadan Katar ve Suudi Krallığın desteğiyle tampon bölge kurmaya bizim gücümüz yetmez.

Diktatörlük tampon bölgede neden bu kadar ısrarcı oluyor?

Suriye topraklarında kurulacak tampon bölge her şeyden önce Rojava devriminin sonunu getirecek. Yani teslim alınmayan Kürtlerin yönetimi tasfiye edilecek. Belki Barzani çizgisinde kukla bir yerel Kürt yönetimi oluşturulacak, yani ikinci bir Kuzey Irak, Suriye topraklarında yaratılacak. Ama diktatörlük için en önemlisi tampon bölgeye müdahale edemeyen Suriye'nin Esat yönetimi çok büyük yara alacak ve yıkılma süreci hızlanacak. Süreç içerisinde de yıkılacak. Böylece Erdoğan/Davutoğlu savaş kliği uyguladıkları politikalarında amaçlarına ulaşmış olacaklar.

İslam Türk Diktatörlüğünün IŞİD ile ilişkilerini tampon bölge belirleyecek gibi. Bugün terörist diyemeyen diktatörlük yarın tampon bölge konusunda emperyalistler ile istediği düzeyde anlaşırsa uzatılan mikrofonlara keyifle IŞİD için "terörist" deyiverir.  Oldukça zor görülüyor, ama imkansız değil.


Comments