Bülent Arınç diye biri…
Ne iş
yapar?
Türkiye insanı
onu ağlamasıyla bilir. Olur-olmaz zamanda ağlar. Bu yüzden bazıları ona sulu
gözlü der. Gençliğinde rakı içmişliği vardır. İnternette belgesi olarak rakı
masasında çekilmiş fotoğrafı dolaşır. Rivayete göre evlendiği öğretmen eşinin
başı açıkmış, sonradan kapanmış, olabilir, şimdilerin firs Lady’inde
gençliğinde başı açıktı. Hatta o dönemin dans müziklerini duyduğunda piste
fırlamasıyla da ünlüdür.
Arınç
tarikatçıdır, ama belli etmez. Kimileri dedesiyle yargılar. Onun nasılda
fanatik şeriatçı olduğuna kanıt olarak kullanırlar. Dedesi az hırlı değildir.
Kubilay katliamında vardır. Manisa bağ damlarında esrarı çeken dinciler şeriat
istemiyle silahında mermi olmayan Kubilayı katlederler. Ama hiç kimse dedesiyle
veya babasıyla ya da kardeşleriyle yargılanamaz. Bu doğru değildir. Arınç
kendinden “mesul” biridir. Onun için onu onunla değerlendireceğiz.
Arınç’ın
önceleri bir ağırlığı vardı. İnsanlar ona değer veriyordu. Giderek çaptan
düştü. Erbakan’ın partisindeyken azımsanmayacak gücü vardı. A. Gül kadar
etkindi. AKP’ye geçince de önemli bir siyasi figürdü. 1 Mart tezkeresinin
geçmemesinde önemli etkisi olduğu bilinir. Belki de o zaman Erdoğan, Arınç’ı
hedefine aldı. Öyle ya halkımız güzel söylemiş iki cambaz bir telde oynamaz. Arınç’ın
öyle sessiz durduğuna aldanmamak gerekir. Kendi çapında “lider”dir. Tek adam
yönetimleri iki lideri içine sindiremez. Mutlaka birbirlerini tasfiye ederler.
Erdoğan,
Arınç’a saygılı görünür, sevip-saydığını belli etmek için “abi” diye hitap
eder. Arkasından kuyusunu kazmayı da ihmal etmez. Örneğin Cumhurbaşkanı seçilme
sürecinde “dava”nın önemli adamı olan Arınç-Akdoğan atışmasında dolaylı olarak
Akdoğan’dan yana olmuş, Arınç’a sahip
çıkmamıştır.
Arınç,
meclis başkanı seçilirken de Erdoğan’ı dinlemiş, oldu-bitti yaparak kendini
meclis başkanı seçtirmiştir. Erdoğan kesin bir kez daha Arınç’ın üstüne çarpı
koymuştur. Her şeyin bir zamanı var tabii. Koşullar uygun olunca açılan aralar
bir daha kapanmayacak şekle ulaşır. Ancak kayıp vermemek esastır. Tarikatlar
koalisyonu olan AKP bu birlikteliği bozmamalıdır. Arınç zaman zaman fırçalanır
ama hep “abi”dir.
Arınç ile
Erdoğan’ın en şiddetli kavgası Taksim direniş günlerinde yaşanır. Bu aynı
zamanda kitleleri yönetme anlayışındaki farklılığın yansımasıdır.
Erdoğan
korkunç kindardır. Polis tarafından katledilen bir çocuğun annesini seçim
meydanlarında yuhalatacak kadarda insanlıktan uzaktır. İktidarına karşı her
muhalefet hareketini acımasızca bastırmak yanlısıdır. Zorda kalmadığı sürece
hiç taviz vermez. Zorda kalacağı günlerde gelecektir. İşte o günler efelenen
Erdoğan’ın nasıl da süklüm püklüm olduğunu hep birlikte izleyeceğiz. Onun bu hallerini
bir yanımız acırken, bir yanımızda yaptıklarını düşündükçe “oh iyi oldu!”
diyecektir.
Arınç
mülayimdir, en azından öyle görünür. Ama kitleleri yönetme anlayışında
Erdoğan’dan daha “merhametlidir”. Güçlü muhalefet eylemleri içinde olan
kitleler ile diyalog yoluyla iktidarlarını daha da kabul edilecek seviyeye
getireceğine inanır. Uygulanmak istenilen politikalara kitleler isyan etmişse, uygulanmanın
henüz daha koşulları oluşmadığını düşünür. Yapmak istediğinden vazgeçmez,
sadece erteler. Uygun koşullar oluşması için o tek düze sesiyle ama sakin
cümleler kurarak kamuoyunu iknaya yönelir.
Erdoğan
Kuzey Afrika gezisindeyken Taksim Direnişi ülke geneline yayılmıştır. Her gün
her saat eylemler her ilde, ilçede olmaktadır. Sadece emekçiler, “orta sınıf”,
gençler değil AKP iktidarından kurtulmak isteyen büyük burjuvazi de muhalefet hareketine
destek vermektedir. Dünya medyası Türkiye’deki olayları sürekli yayınlayarak
iktidarın ne kadar acımasız ve insafsız davrandığını göstermektedir.
Erdoğan’ın
yerine vekâlet eden Arınç muhtemelen dönemin cumhurbaşkanı A. Gül ile istişare
ederek, medyaya “mesaj alınmıştır, eylemcilerin talepleri değerlendirilecektir”
tarzında açıklama yapar. Erdoğan Afrika’da küplere biner. Yüzünden düşen bin
parçadır. Üst dudağı alt dudağına sürekli baskı yapmaktadır. Bugünün başbakanı
Davutoğlu’da yanındadır. Telefonda Arınç’a verir veriştir. Davutoğlu şoktadır.
Ağzını açamaz. Telefonun ucundaki Arınç ağlar. İstifayı kafasına koyar. Doğru
Cumhurbaşkanı A. Gül’e gider. Gül, Arınç’ı istifadan vazgeçirir.
Arınç iyice
çaptan düşer. AKP’deki etkisi önemsiz seviyeye iner.
Klikler arası
iktidar kavgasında Arınç, F. Gülen cemaatine mümkün olduğu kadar kırmadan ufak
ufak uyarılar yapar. Bu yüzden bir ara Arınç’ın adı cemaatçiye çıkar. Ama Arınç
mesafeli durur, olası gelecekteki siyasi oluşumlarda var olabilmek için hiçbir
tarikatı kırmamaya özen gösterir. Bu arada Erdoğan tarafından şamar oğlanına
döndürülmüş olmanın muhtemelen farkında değildir.
F. Gülen
cemaatinin misyonerlik örgütlenmesi olan kurumlarından biri de Kimse Yok mu
isimli yardım derneğidir. Erdoğan, F. Gülen cemaatini bitirmeye kararlı olduğu
için derneği sıkı incelemeye aldırır. Ancak 6 ay boyunca yapılan incelemelerde
yasalara aykırı bir şey bulamazlar. Buna rağmen Erdoğan, bütün dinci derneklere
verdikleri izinsiz yardım toplamayı Bakanlar Kurulu’nun 22.09.2014 tarihli
kararı ile Kimse Yok mu derneğinden geri aldırır.
Geçtiğimiz
günlerde Arınç’a basın toplantısında sorulur. “Hayır, yok öyle bir şey.
Bakanlar kurulunun öyle bir kararı yok” diye açıklama yapar, hükümet sözcüsü
sıfatıyla. Hemen onu takip eden günlerde Arınç’ın da imzası bulunan Bakanlar
Kurulu kararı gazete sayfalarında yayınlanır.
Bizim
siyasetçiler ONUR olarak sadece Trabzonspor kalecisini bildikleri için hiçbir
şey olmamış gibi yollarına devam ederler. Arınç, 5 Ekim 2014 tarihinde
gazetecilerin sorusu üzerine pişkin pişkin “evet, okumadan bende imzalamışım”
diye açıklama yapar. Düşünün bu kafa memleketi yönetiyor. Bakanlar önüne gelen
kâğıtta ne yazdığını okumadan imzalıyor.
Bence
“okumadan imzaladım” açıklaması bir gerçeği gizliyor.
Liberallerin
çok sevdiği Özal bu memlekete başbakan olunca kabineye aldığı milletvekillerine
ilk imzalattığı kâğıt boş Bakanlar Kurulu kararnamesiydi. Demokrasi kahramanı
diye bize yutturulmaya çalışılan Özal canı istediğinde bu boş Bakanlar Kurulu
Kararnamesini doldurarak “yasa” niteliğindeki uygulamaları hayata geçiriyordu.
Zaten Özal bu memleketi sürekli Bakanlar Kurulu Kararnameleri ile yönetmişti.
Menderesi,
Özal’ı kendisine rehber edinmiş olan Erdoğan’ın bu tecrübeden faydalanmaması
düşünülemez. Hele hele tek başına memleketi yönetmeye onlardan çok çok hevesli
iken.
Bu yönetme
şekli büyük olasılıkla Davutoğlu Başbakanlığı döneminde de devam ediyor. Boş
kararnamelere Erdoğan oturduğu koltuktan Davutoğlu’na dikte ettiriyor. Böyle
olunca da doğal olarak Bülent Arınç’ın kararnameden haberi olmuyor.
Burjuva
kültürü ve ahlakına göre insan bir kez düşmesin, düşünce gelen-giden tekmeyi
vurur. Çünkü bütün burjuva politikacıları gücü sever. Güç neredeyse rüzgar gülü
gibi sürekli oraya dönerler.
Comments
Post a Comment