Filler Fena Tepişiyor...
Son bir hafta Türkiye'de ilginç gelişmeler
oldu denilemez; olması gerekenler oluyor. Erdoğan/Davutoğlu savaş kliği
iktidarını sağlamlaştırmak için her türlü adımı atmaya devam ediyor. Ancak her
adım atışlarının meşruluğu toplum tarafından daha fazla tartışılıyor. Bir
yandan ellerinde bulundurdukları iktidar gücünü kullanarak her türlü ayak oyunu
ve baskı ile HSYK seçimlerini istedikleri gibi sonuçlandırıyorlar, diğer yandan
da meclis çoğunluğu avantajını kullanıp istedikleri yasal düzenlemeleri yaparak
her türlü baskı ve tasfiye uygulamasını "yasalar böyle" demagojisine
sığınıyorlar.
İki şeyin bilincindeler. Bir; toplum önceki
yıllarda olduğu gibi İslami söylem ile kolay kolay ikna olmuyor. Önceki maden
işçilerinin katliamlarında "fıtrat" söylemi terk ediliyor, yerini
"hesap sorulacaktır" alıyor. Hatta danışmanları Erdoğan ağzından
öfkeye neden olacak bir ifade kullanmasının önüne geçmek için konuşma metnini
yazılı veriyorlar. O da kağıttan okuyor. Yandaş medya hemen işareti alıyor ve
hedefine "aç gözlü patronları" koyuyor. Elma işçilerinin ölümünde
de" dayı başı" suçlanıyor.
"Açılım" politikaları da yürümüyor.
Kürt burjuva hareketi IŞİD saldırılarında emperyalistlerden aldığı destek ile
Erdoğan/Davutoğlu savaş kliğinden daha fazla taviz koparmak için mücadelesini
yükseltiyor. Bir yandan "açılım sürecinde" yer alarak, diğer yandan
da "bizi oyalamayın, verdiğiniz sözlerde durun, adım atmanız gerekir"
diyerek muhalefet ederken, diğer yandan da kontrol edemediği silahlı güçleriyle
eylemler yapıyor. Buradaki "kontrol edemediği" ifadesi çelişik gibi
görünüyor ama değil. Öcalan, asker öldürme eylemlerinden rahatsız. PKK'nin
açıklamalarına bakılırsa bu eylemler onların örgütledikleri olmadığı
anlaşılıyor. Büyük olasılıkla, Öcalan'ın yakalandığı tarihlerde yaptığı
açıklamalardan ve savunmasından memnun olmayan PKK içindeki muhalif grup bu
eylemleri yapıyor. Ancak, Öcalan, bu öldürme eylemleri ile Erdoğan/Davutoğlu
savaş kliğinin sıkıştığını görüyor ve yapılmasını istemediği, olmasını
istemediği eylemlerin ortaya çıkardığı bu durumu faydaya dönüştürüyor. Bir
yandan emperyalistlerden aldığı destek, diğer yandan eylemlerin kendisine
sağladığı ortamı Öcalan "benimle bir an önce anlaşın yoksa görüyorsunuz
ortam sizin ve benim istemediğim aşamaya doğru gidiyor" diyerek amacına
ulaşmaya çalışıyor.
Erdoğan, Estonya gezisi dönüşünde "Sınırlarımızda
oynanan oyun sıradan rastgele bir oyun değil. Basit bir oyun değil. 1295
kilometrede bu oyun oynanıyor. Bunun malum 950 kilometresi Suriye sınırımız,
diğeri Irak sınırımız"
açıklaması hem işlerin iyi gitmediğini hem de Yeni Osmanlıcılığın Ortadoğu'ya
inmesinin önünün kesilmek istendiğini açıklıyor. Bu bir iddia veya varsayım
değil. Bu emperyalizmin, özellikle Birleşik Devletler emperyalizmin
Ortadoğu'nun yeniden yapılandırma politikası.
Birleşik Devletlerin Ortadoğu haritasını yeniden
yapılandırarak enerji kaynaklarını ve İsrail'in güvenliğini "sağlama"
almak istiyor. Ortadoğu haritasının üçe bölündüğü sır değil. Haritanın
kuzeyine, yani Türkiye sınırının güneyine Lazkiye limanını da içine alan,
böylece Akdeniz'e ulaşan bir Kürt devleti. Onun hemen alt bölgesine yani
Ortadoğu'nun ortasına Sünni devleti ve Ortadoğu'nun güneyine Şii devleti. Bu
harita bir yandan Kürtleri devletleştirirken diğer yandan Erdoğan/Davutoğlu
savaş kliğinin başını çektiği Ortadoğu Sünni örgütlenmesine de engel oluyor. Bu
örgütlenmenin büyük darbe yediği biliniyor. Mısır da Sisi darbesi ve Tunus seçimlerini
kaybetmeleri, Libya iç savaşında merkezi hükümetin askeri gücü karşısında çok fazla
kazanım elde edememesi, aynı zamanda Suudi Krallığı'nın bu Sünni yapının
dışında kalışı zayıflamakta olduğunun işaretleri ama fırsatını bulduğunda her
an yeniden iktidarı ele geçirebilecek gücü muhafaza ediyor olmasından ittifakın
önünü kesmek emperyalistlerin politikası oluyor.
Burada şu notu da düşmekte fayda var: Kürtler çok parçalı
örgütlenmiş olmasına rağmen izledikleri tek politika aynı davranış içinde
oldukları görülüyor. PKK de dahil hiç bir Kürt örgütü özellikle Birleşik
Devletler emperyalizmine karşı hiç bir eylem yapmıyor. Emperyalistlere karşı
eylem yapmayı bırakın, siyasal söylem olarak da tavır almadıkları görülüyor. Bu
duruşları Kürt devletini emperyalizmden aldıkları destek ve güçle kurma
anlayışında hem fikir olduklarını gösteriyor. Kürt hareketi açısından böyle
olması çok doğaldır. Çünkü Kürt hareketi sonuçta bir burjuva hareketidir. Ancak
burada şöyle bir sorun var: Sınırsız destek içinde olan neredeyse tüm
politikalarını Kürt burjuva hareketinin beklentilerine göre oluşturan sosyalistlerin
bu gerçeği görememesi sadece Türkiye değil Ortadoğu işçi sınıfı mücadelesine de
çok büyük zarar veriyor. Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını savunmak,
onların emperyalistler ile olan ilişkilerini sorgulamamak anlamına gelmediği
gibi emperyalistlere dayanarak kurmak istedikleri Kürt devletinin de işçi
sınıfı mücadelesine en büyük darbe olduğunu deşifre etmemize engel değildir.
Bugün Kobane'ye IŞİD'in saldırısına karşı çıkmak, Kürtlerin katledilmesini
önlemek için her türlü eylemlilik içinde olmak gerekir, ama emperyalistler ile
olan ilişkilerini ve Kürt hareketinin sosyalist olmadığını, bir burjuva
hareketi olduğunu açıklamak ve mesafeli durmayı da bilmek gerekiyor.
"Alevi açılımı" toplumun gündemine ilk
getirildiğinde ve sonrası bir kaç yıl heyecan yaratmıştı. Hatta bazı alevi
"önderlerinin" ve bazı alevi örgütlerinin desteğini de almıştı. Ama
2014 yılında "Alevi açılımı"nın içinin boş olduğu, oyalamadan başka
bir anlama gelmediğini Alevi örgütleri anlamış bulunuyor. 1 Kasım tarihli Taraf
gazetesinde Reha Çamuroğlu'nun röportajı gelinen durumu net olarak ortaya
koyuyor. Reha Çamuroğlu'nun açıklamaları önemli çünkü hem bir dönem AKP
milletvekili, hem de "Alevi Açılımı"nda etkin rol üstlenmiş kişi. "Davutoğlu ve Ak Parti'nin çekirdek
kadrosu, Müslüman Kardeşler milleti kurma çabası içerisinde. Ümmetten dışlanan
Aleviler son 7 yılda milletten de dışlanmaya çalışıldı. Aleviler Davutoğlu'nun
Alevi açılımına kanmaz. 'Ahlaklı özgürleşme'den bahsediyorlar. Bu ahlak kimin? Alevi
ahlak anlayışında, mesela kupon araziye düşkünlük yoktur." Ve ekliyor "İslamcı siyasetçilerin kibri beni
dehşete düşürüyor."
"Açılım" politikalarının eskiden olduğu gibi
özellikle ilgili kitleleri İslam Türk diktatörlüğüne yedeklemede etkisinin
oldukça azaldığı görülüyor.
Emperyalistlerin Erdoğan/Davutoğlu savaş kliğinin üstünü
çizdiği biliniyor. Yerine koyacaklarına ilişkin birden fazla seçenek bulunuyor.
Ancak Erdoğan/Davutoğlu savaş kliğinin kitlesel desteği ve iktidarı gaspı
tasfiyeyi şimdilik engelliyor. Fakat Ortadoğu politikalarında istediklerini
zorlayarak da olsa alıyorlar ve almaya da devam edeceklerini "şimdi Türkiye'den daha fazla katkı
bekliyoruz" açıklamalarından anlaşılıyor. Erdoğan/Davutoğlu savaş
kliği emperyalistlerin politikalarına istemeye istemeye destek olmalarından
korkunç derecede hazımsız görünüyorlar. Durmadan, yorulmadan açıklama yapma
gereği duyuyorlar. "Obama'ya şunu
dedim, bunu dedim" açıklamalarına daha fazla dayanamayarak Obama'nın
sözcüsü "yeter" anlamına gelen "kendi
adınıza konuşun" açıklamasını yapıyor. Sonrası malum "Obama'ya şunu dedim, bunu dedim" bitiveriyor.
Güce taparlık böyle bir şeydir. Erdoğan güce tapar bir karaktere sahip olduğu
için, kendinden güçsüzleri ezmekten keyif alır, ama kendinden güçlünün
karşısında boyun eğer, kabullenir.
Eski Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ, hani şu terör örgütü
kurmak suçlaması ile tutuklanıp mahpus yatırılan.. Sonrada Erdoğan/Davutoğlu
savaş kliğinin Cemaatle iktidar kavgasına tutuşmasıyla Generallerle kurulan
ittifak sonucunda serbest bırakılan İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanı Özel'i
karargahında ziyaret ediyor. Basının yazdığına göre bütün orgenerallerde bu
ziyarette hazır bulunuyor. Ne konuşulduğu açıklanmıyor.
Eski genelkurmay başkanı yenisini ziyaret edebilir. Bunda
yadırganacak bir şey yok. Ama bu ziyaretin tarihi ve bir de ziyarette bütün
"or"lar hazır bulunuyorsa düşünmek gerekir. Tarih 31 Ekim 2014.
Askerler öldürülmüş, Peşmergeler silahlı olarak sınırdan geçmeye başlamış, MGK
toplantısının hemen ardından ve hiç bir açıklama yapılmamış.
MGK toplantısına gitmemiz gerekiyor. Tarihinin en uzun
toplantısını yapıyor: 10,5 saat. Gündemde Fettullah Gülen cemaati, IŞİD, PKK,
açılım politikalar var. Muhalif basına göre askerler son gelişmelerden oldukça
rahatsız ve kaygılarını ifade etmişler. Hükümet yanlısı yandaş medyaya göre ise
Fettullah Gülen Cemaati'nin defteri dürülmesi
için karar alınmış. Kırmızı Kitaba da 2015 yılında yazılacakmış. Basının
ikiye ayrıldığı görülüyor. Ama askerlerin rahatsız olduğu bir gerçek. Birincisi
Erdoğan/Davutoğlu'nun dış politikasından memnun değiller. İkincisi jandarmanın
statüsünün değiştirilmesi ve tamamen hükümetin emrine girmesine karşılar.
Üçüncüsü askerlerin öldürülmesi, okulların ve Türk bayrağının yakılması, ve Atatürk
heykellerine saldırılardan huzursuzlar. Zaten toplantının 10,5 saat sürmesi
generaller ile Erdoğan/Davutoğlu ekibinin karşılıklı cepheleştiğini işaret
ediyor. Sorunlu toplantılar hep uzun sürelidir. 28 Şubat toplantısı da
tarihinin en uzun toplantısıydı, 9 saat sürmüştü. Sonrası biliniyor. Erbakan-Çiller
koalisyon hükümeti düşürülmüştü.
Fuat Avni fenomeni muhalif medya da aniden boy gösteriyor.
Fuat Avni'nin istihbaratçı olduğu tahmin ediliyor. Belki de birden fazla Fuat
Avni twitliyor. Doğu Perinçek'in açıklamasına bakılırsa Fettullah Cemaati'nin
işi olduğu anlaşılıyor. Perinçek bu, malum çevreler ile sıkı-fıkı ilişkiler
içinde olduğu için bu tür şeylerden haberdardır.. Fuat Avni faaliyetinin
saptanamamasına ve bugüne kadar yazdıklarının gerçekleşmiş olmasına bakılırsa
CIA-Cemaat faaliyeti olabileceği düşünülüyor. İktidar kavgasında daha sert bir
aşamaya girileceği ve Erdoğan/Davutoğlu savaş kliğinin daha çok zorda
bırakılacağı işaretleri alınıyor. Eski Genelkurmay başkanı Büyükanıt ile
Erdoğan'ın gizli tutulan Dolmabahçe, hani şu tarafların bizimle mezara gidecek
diyerek açıklamaktan özenle kaçındığı görüşmenin içeriğinin tasfiye edilmek
istenilen iktidar odağının eline geçtiği anlaşılıyor. Tabii bu görüşme kayıt
altına alınmış mıdır, gizlice kaydedilmiş midir bilinmiyor.
Bu gelişmeler olurken iktidarın davetiye çıkardığı işçi
katliamları oluyor. Erdoğan/Davutoğlu savaş kliği şaşkın. Kimi suçlayacaklarını
bilemiyorlar. Çalışma Bakanı AKP milletvekillerini suçlarken ruhsat vermede
başbakanın yetkili olduğunu unutuyor. Sonrada sanırım gelen uyarılar, tabii
uyarının kimden veya kimin adına geldiği malum, çark ederek sözlerini geri
alıyor.
Erdoğan/Davutoğlu savaş kliği kitleleri ikna etmekte
zorlandığının farkında olduğu için
hazırladıkları yeni anti demokratik yasalarla muhalefet hareketini sert ve
baskıcı önlemler ile yok etmeyi, susturmayı hedefliyor.
AKP iktidarının güç yitimi yaşadığı tahmin ediliyor. Bu
kaybının önüne nasıl geçeceğini tahmin etmek şimdilik zor gibi. Ama bu arada
Yeni Osmanlıların mandacı kanadını oluşturan A. Gül'ün "şimdilik seyrediyorum" açıklamasını AKP bölünecek mi
sorusunu düşündürüyor.
Osmanlıda oyun çoktu, Yeni Osmanlıda da çok. Ama
emperyalistlerde daha da çok. Egemen güçlerin bu iktidar kavgalarında
memleketin etnik ve dini temelde cepheleşmesi daha da derinleşirken Sünni
İslamcı örgütlerin Müslüman kesimi hızla militanlaştırdığı bu militanlaşma
sürecine IŞİD denilen teşkilatın "yedi düvele" kafa tutmasının da
katkıda bulunduğu görülüyor. İşçiler ve
emekçiler çarpıştırılan, birbirine kırdırılan olurken kendi sınıf bilincine
ulaşmalarından, kendi talepleri için mücadele etmelerinden iyice
uzaklaştırılıyor.
Comments
Post a Comment