Neler Oluyor Memlekette? Kim kimin Kuyusunu Kazıyor?


"Dolmabahçe Mutabakatı" ile oldukça ileri aşamaya taşınan "barış süreci" seçimler öncesi Erdoğan'ın müdahalesi ile askıya alınmıştı. Seçim sonuçlarını dikkate alan diktatörlük bu süreci bir süre daha askıda tutacağı anlaşılıyor.

Bunun iki nedeni var.

Seçim öncesi birinci olan neden şimdi ikinci sıraya düştü. Ama etkisi oldukça güçlü.

Şimdi diktatörlük kendini koruma telaşında. Aslında ilk şoku atlattı. Daha doğrusu atlatması kolay oldu. Çünkü diktatörlük HDP'nin barajı geçeceğini seçim öncesi biliyordu. Hem kendileri hem de medyasının sık sık koalisyonun ne kadar kötü olduğu yayınlarından bunu anlamak mümkün. O yüzden diktatör hazırlıklıydı ama yine de bir umut diyerek seçim sonuçlarını bekliyordu. Seçim sonuçlarını öğrendikten sonra 24 saat Huber Köşkünde ne yaptı? Her halde abdestini tazeleyip dua ederek geçirmedi o kadar zamanı.

Erdoğan her ne kadar "gözü kara" politikacı izlenimi verse de gerek gördüğünde geri adım atabilen, taviz veren yapıdadır. Buna güce taparlık diyorum. Bunun ayrıntılarını, nereden kaynaklandığını psikolojik boyutu ile "Yeni Türkiye: İslam Türk Diktatörlüğü" isimli kitabımda yazdım.

İki örnek vereceğim.

İlki, I. AKP hükümeti döneminde Meclis Başkanlığı seçimi gündeme geldiğinde Erdoğan özellikle Genelkurmay'ın beklentisini dikkate alıyordu. Erdoğan, Meclis Başkanı olacak kişinin eşinin türbansız olanlardan Vahit Erdem gibi kişilerden olmasından yanaydı. Ama ne olduysa Bülent Arınç, belki de Erdoğan'a partideki gücünü göstermek için, Meclis Başkanlığına aday olduğunu açıkladı. Erdoğan'ın karşı çıkması mümkün değildi, çaresiz kabul etti.

İkinci olay  Cumhurbaşkanlığı seçimi.

Erdoğan, A. Gül'ü "kardeşim" diyerek aday göstermişti. "Kardeşler" şimdi birbirlerinin kuyusunu kazıyor. Eee, ecdadları da böyleydi. İktidar için birbirlerini boğazlatıyorlardı.

Sürecin kısa bir özeti:

Sorunun anlaşılması için bu özetlemeyi yapma ihtiyacını hissediyorum.

S. Kanadoğlu, 26 Aralık 2006 yılında Cumhuriyet gazetesinde 367 sayısının sadece Meclis toplantı sayısı olmadığını aynı zamanda karar alma sayısı olduğunu yazmıştı. AKP mecliste 367 sayısını bulamıyordu. Cumhurbaşkanı seçiminde dönemin ANAP Başkanı olan Erkan Mumcu, iddiaya göre eski Genelkurmay Başkanı İ. H. Karadayı'nın telkinleri sonucunda, meclis oylamasına katılmayarak oylamanın 367 sayısının altında kalmasına neden oldu. CHP, S. Kanadoğlu'nun yaklaşık 6 ay önce yazmış olduğu yazıdan hareketler Anayasa Mahkemesine giderek seçimi iptal ettirdi.

Şimdi biraz geriye gidiyoruz. A. Gül'ün Cumhurbaşkanlığı adaylığının oylaması 27 Nisan 2007 de yapıldı ve o günün gecesi saat 23.20'de Genelkurmay başkanı Y. Büyükanıt cumhurbaşkanı seçimine ilişkin bildiriyi yayınladı.   Büyükanıt, "Laikliğe sözde değil, özde bağlı bir Cumhurbaşkanı" istiyordu. Bir hafta sonra Erdoğan ile Büyükanıt Dolmabahçe'de 135 dakika görüştü. Ne görüştüklerini kimse bilmiyor. Bir çok yorum yapıldı. Ama bir gerçek var bu görüşme sonrası Büyükanıt, 27 Nisan akşamı yazdıklarına bakılırsa avını parçalamaya hazır kaplan edasından 5 Mayıs sonrası süt dökmüş kediye dönmüştü.

Siyasi ortam gergindi ve 22 Temmuz 2007 tarihinde erken seçime gidildi. Seçim sonuçları AKP'nin beklediğinin üstünde oy alması ile sonuçlandı. Meclis Başkanı seçildikten sonra Cumhurbaşkanı seçimine gelindi.

Önce Milliyet gazetesinden aktarıyorum. "Gül, tavrını MHP'den ve partisinden gelecek işarete göre belirleyecek. Gül, çekilme kararı alırsa eli rahatlayacak olan Erdoğan'ın eşi türbanlı bir başka milletvekilini aday gösterebileceği belirtiliyor. Türbanın Köşk'e çıkmamasını önkoşul olarak görmeyen MHP'nin tutumu bu seçenekte de önemli. Bu senaryoya göre AKP, bir yandan "Anayasa'ya içtenlikle bağlı, ancak, eşi türbanlı birine karşı çıkmayacağı" imasında bulunan CHP'ye karşı esnek bir pozisyon almış olacak, diğer yandan da parti tabanına mesaj verebilecek. Eşi türbanlı aday seçenekleri konusundaki AKP'nin tavrın-da, Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın Dolmabahçe'de yaptığı başbaşa görüşmede konuşulanların da etkili olabileceği kulislerde öne sürülüyor." (Milliyet, 25 Temmuz 2007)

Şimdi NTV'den "Seçim kampanyası döneminde muhalefete alternatif isimlerle gideceğini, cumhurbaşkanı seçimi için uzlaşma arayacağını söyleyen ve bu sözleri Gül’ü gözden çıkardığı şeklinde yorumlanan Erdoğan, gazetecilerin ısrarlı soruları üzerine de 'Gül benim dava arkadaşım, benim adayım, ama tabii kendi takdiridir' demişti. Erdoğan’ın bu sözü de Gül’e 'çekil' mesajı verdiği şeklinde yorumlanmıştı." (NTV haber sitesi 26 Temmuz 2007)

Dil niyeti, düşünceleri anlamamızda bir araçtır. Burjuva politikacıları çoğu kez gerçek niyet ve düşüncelerini gizleyerek konuşurlar. Böyle konuş-tukları için esasın dışında aldatıcı mesajlar verirler. Ancak bizler onların ne demek istediklerini sarraf titizliği ile bulup çıkarırız. Karşılaştırmalar yaparak, paralellikler kurarak daha önce veya sonra söylenmiş olan niyetin dışa vurumların da kullanılan ifadeleri dikkate alarak ne demek istediklerini buluruz.  

Erdoğan, MİT Müsteşarı, "sır küpü" Hakan Fidan'ın milletvekili olmasını istemediğini açıklarken şöyle bir cümle kurmuştu "Daha önceki kararlarım falan hepsi biliniyor, ortada. Bundan sonraki süreç tamamen Hakan Bey'in kendisine aittir" Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığı için de "tabii kendi takdiridir" demişti. Erdoğan, bu açıklamalarındaki "kendisine aittir" ile "kendi takdiri"  ifadeleri benim dışımda, kendi kararları, aslında ben böyle olmasını istemiyordum anlamında kullanmaktadır.

Bu verdiğim her iki örnekte de Erdoğan kendi geleceği için geri adım atmasını bildiğini göstermektedir. Bugünde geri adım atmaya hazır olduğu anlaşılıyor.

Bugünün, 11. 06. 2015 Hürriyet gazetesinde bu niyette olduğunu ifade eden Davutoğlu'nun açıklamaları yer alıyor. "Başkanlık sistemine geçmek istedik halk izin vermedi. Sistem değişmediğine göre artık taşların yerine oturtulması lazım." Ve ekliyor "Kişi nerede ise makamı orasıdır. Herkes kendi görevini, yetki ve sorumlulukları dahilinde üzerine düşeni yaparsa bir uzlaşı doğar."

Davutoğlu bu açıklamayı severek yaptığını sanıyo-rum. Çünkü Davutoğlu, Erdoğan'ın üzerinde oluşturduğu "yönetilen", "çakma başbakan" görüntü-sünden hep kurtulmak istiyordu. Kendini Erdoğan'dan daha entelektüel, daha bilgili görüyor ve Erdoğan'ın talimat vermesinden pek hoşlanmıyordu. Neyse uzatmayayım bu ayrı bir yazı konusu oluşturacak örneklemeler taşıyor.

Açıklamanın esas içeriği üzerinde durmak istiyorum. Davutoğlu, Erdoğan ile kaçak sarayda iki gün önce görüştü. Bir gün sonra Baykal koşturarak ve sevinerek Erdoğan ile görüşmeye gitti. Ama küçük bir ayrıntı kaçak sarayda değil. Eğer seçimlerden bu sonuç çıkmasaydı veya seçimler öncesi Erdoğan, Baykal veya başka bir parti genel başkanı ile kaçak saray dışında görüşmeyi kabul eder miydi? Kesinlikle hayır. Demek istemem şu ki; Erdoğan daha önce de olduğu gibi elindeki siyasi baskıcı gücü kısmen yitirdiğinin farkında şu anda avantajın muhalefet partilerinin aynı zamanda hem emperyalist güçlerin hem de "seçkinci laik burjuvazinin" eline geçtiğini görüyor. Güç karşısında eğilip bükülen, güce tapar Erdoğan geri adım atıyor ve daha da atacağa benziyor.  

Diktatör önce kendi güvenliğini ve erken seçimi biraz öteleyerek zaman kazanmayı bu süreç içerisinde olup-biteni unutturmayı, yeni sürecin gerektiği gibi davranırken yasal yetkilerini kullanarak istediği sonucu almayı hedeflemiş görünüyor.

Diktatör, seçimden avantajlı çıkmış güçlerin istem ve beklentileri olan AKP-CHP, olmazsa AKP-MHP koalisyon hükümetinin kurulması için faaliyet gösteriyor. Başlangıç olarak iki taviz verdiği görülüyor. İlki yasal sınırların içine çekileceğini, ikincisi Kürt hareketiyle olan ilişkisini, daha doğrusu "barış sürecini" şimdilik askıya aldığını. Üçüncü geri adımı büyük olasılıkla 4 eski bakanın Yüce Divan'a gönderilmesi olacağa ben-ziyor. Nasıl olsa Anayasa Mahkemesi kendine bağlı yargıçlardan oluşuyor.

"Barış sürecini" askıya almanın ikinci nedeni seçim öncesi yazdığım yazıda da belirttiğim gibi Gülen tarikatı ile girdiği iktidar kavgasındaki en önemli ittifakının Genelkurmay olması.

Diktatör kincidir. Af etme diye bir şey bilmiyor. Ken-dini güçlü hissettiği sürece zarar verdiğini düşündüğü güç teslim olursa onunla yeniden iyi ilişkiler kuruyor. Şimdiye kadar izlediği politikadan bu anlaşılıyor. Kürt hareketi karşısında bugün dayandığı ittifaklar ve koalisyon kuracağı güçler onu Kürt Hareketinin karşı-sında güçlü duruma getiriyor. Arkasına aldığı bu güçle seçimlerde aldığı oylar ve yaptıkları açıklamalar dikta-törlüğünü zora sokan Kürt hareketine mutlaka bir ceza vermenin hesabı içinde olduğu anlaşılıyor. Bu-gün uluslararası öğrenci mezuniyet töreninde "Tel Abyad’da, Arapları ve Türkmenleri uçaklarla vuran batı, ne yazık ki onların yerine terör örgütü PYD ve PKK’yı yerleştiriyor. Buna biz nasıl olumlu bakabiliriz? Bu batıya biz nasıl samimi olarak bakabiliriz." Sözleriyle hem Kürt hareketine hem de emperyalist güçlere mesaj veriyor.


Emperyalizm ve burjuvazi tek ata oynamadığı gibi diktatörlükte asla tek ata oynamıyor. Bütün olasılıkları değerlendiriyor, bütün güçlerle ilişki kuruyor.

Diktatörlük büyük olasılıkla enerjisinin büyük bölümü-nü koalisyon çalışmaları üzerinde yoğunlaştırırken diğer yandan Kürt hareketi ile ilişkisini koparmama gayreti içinde, belki de Hakan Fidan'ı İmralı'ya göndererek A. Öcalan ile bir durum değerlendirmesi yapıyor/yaptırtıyor.

Kürt hareketi seçimin kazananı ama aynı zamanda "laik seçkinci burjuvazi" gibi zor bir süreçte. Çünkü bugüne kadar "barış süreci" denilen antlaşma diktatörlükle yapıldı. Ya şimdi? Bunca yol katledilmişken, bunca kazanım elde edilmişken kurulmuş olan masa bir tekmede yıkılamaz. Veya masanın başında yalnız oturulamaz. Ha dediğinde silaha da başvuramazsın. Çünkü yıllardır süren çatışmasızlık halinden Kürtlerin ezici çoğunluğu memnun. Böyle bir durumda gerilla savaşını yeniden başlatamazsında. Kitleleri harekete geçirmekte provokasyon ortamına elverişli olması ayrı bir tehlike. Çünkü birilerinin provokasyon için boş durmadığı görülüyor. Kürt hareketi de bu tehlikenin farkında olduğu için temkinli davranıyor ve olgun açıklamalar yapıyor.

Diktatör şu anki taktiği ile bir yandan süreci kontrol altında tutarken, diğer yandan "barış sürecini" sekteye uğratacak güçler ile girdiği ilişkiyi kullanarak Kürt hareketini de istediği koşullarda yeni bir uzlaşmaya zorluyor.  11. Haziran 2015


Comments