Kirli Savaşa mı?
Mazlumduk,
masumduk ve haklıydık. Yine haklıyız, masumuz ve mazlumuz. Ama diktatörlük,
verilen malzemeyi kullanarak haklılığımızı ve mazlum oluşumuzu belleklerden
silen algı operasyonu ile savaşın zemini oluşturdu.
Yazık,
çok yazık.
Suruç
katliamı bir kez daha Türkiye sosyalist hareketinin ne kadar sığ düşündüğünü
bize gösterdi.
Türkiye'de
politika duygusal tepki, öfke ve ezber
üzerinden yapılıyor. Böyle olunca da neyin ne olduğu ağızdan çıkan
salvolar karşısında anlaşılmaz oluyor. Bu durum en çokta diktatörlüğün işine
yarıyor. Burjuvazide kendi sistemi kurtulduğu için seviniyor.
Duygusal
tepki ve öfke aynı zamanda emekçileri birbirlerine karşı cepheleşmesine neden
oluyor. Ve bir kez daha oligarşi kazanıyor.
Kitlelerin
öfkesi sokağa yansıdığında kitlesel protestolar yaygınlaşmaya başladığında
iktidar tam "eyvah!" derken birileri silahlı eylemlere başlayarak
"oh !" demesine yardımcı oluyor.
İktidarlar
en çok kitlelerin öfkesinden korkarlar. Bu öfke anlık patlamadır ama nerede
duracağı, nereye varacağını önceden bilmek çok zordur. Gelişmeleri doğru
kavrayan, doğru çözümleyen devrimci bir hareket kitlelerin eylemliğe dönüşmüş
öfkesini bu sömürü düzenini yıkıp yerine hakça, adaletçe paylaşılan bir düzenin
kurulmasına yönlendirebilir. Gezi direnişinden diktatörlüğün bu kadar çok
korkmasının nedenlerinden biri budur.
Silahlı
mücadeleyi temel mücadele biçimi alan örgütler 12 Eylül darbesi sonrası ve
özellikle günümüzde tam bir sol çocukluk hastalığına tutulmuşlardır. Kitlelerin
eylemliklerinin yaygınlaştığı ve giderek iktidarı tehdit eder aşamaya doğru yol
alması olanaklı bir aşamada şehir gerillacılık oynamaya kalmaktadırlar.
Cahildirler.
Sadece ezber bilirler. Hakim oldukları küçücük gettolarından başka dünya
bilmezler. O hakim oldukları gettolarında bile kendileri gibi düşünmeyen,
kendilerinin öngördükleri gibi yaşamayanlara var olma hakkı tanımazlar. Ama
ağızlarını açtıklarında, yazdıkları yazılarda en çok özgürlük ve demokrasi
sözcüğünü kullanırlar.
En çok
onlar diyalektikten söz eder, en çok onlar Marksizmden söz eder ama 50 - 100
yıl önce yazılmış çizilmiş tahlilleri, mücadele ve örgütlenmeyi ve aynı
politikayı hiç bir şey değişmemiş gibi uygulamaya kalkarlar, onu da ağızlarına
yüzlerine bulaştırırlar.
Mahir
Çayan'ın "neden büyük şehirlerde gerilla eylemlerine başladık?"
sorusuna verdiği yanıtı bile anlayamamışlardır. Anlamaları da olanaklı
değildir.
Pratikten
hiç ders almazlar. Tam bir dairesel döngü içinde döner dururlar da neden
böyleyiz sorusunu neredeyse hiç sormazlar ve sorulmasına da izin vermezler.
Eylem
yaparlar sonra yakalanırlar, sessizliğe girerler ki bu yeniden eylem yapmak
için toparlanma sürecidir. Tekrar eylem yaparlar ya ölürler ya da yakalanırlar.
Bu dairesel "büyüme" yıllarca böyle sürüp giderde "ya biz nerede
yanlış yapıyoruz?" veya "50 yıldır aynı mücadeleyi veriyoruz ama
Beykoz kulubü kadar kitle desteğine ulaşamıyoruz" diye düşünmezler.
Çok sık
Marksizmden söz ederler ama Marksist literatürü tarasalar kitlelerin
eylemlikleri aşamasında şehir gerillacılık oynanamayacağını görürler. Araştırma
tembelidirler. Her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunlar burjuva politikacısıyla
bile tartışamazlar, hep didaktiktirler.
Yazık, çok
yazık.
Burjuva
medyasının savaş zemini için yaptığı propagandayı anlasalar, ne kadar iyi
niyetle güzel günler için yapmış olurlarsa olsunlar yaptıklarının kime
yaradığını görürler. Ama "o burjuva medyası" deyip geçerler. Elbette
burjuva medyası olayları saptıracak, yalan haber yapacak, yorumcular derin
analizlerle "terör eylemlerinin" ne anlama geldiğini uzun uzun
anlatacaklar ama devlet terörünün ve kirli savaşın ne kadar meşru olduğunu
terör dedikleri eylemlere dayandıracaklar. Ayağa kalkmış kitlelerin haklı
taleplerini, protestolarını görmezden gelerek "kışkırtıcıların" işine
bağlayacaklar. Sonuçta "üst akıl düğmeye bastı ve emrindeki silahlı terör
örgütlerini harekete geçirdi" propagandasını eksik etmeyecekler/etmiyorlar.
Diktatörlük
uzun süredir başlatmak istediği top yekun savaşın zeminini işte bu silahlı
eylemler sayesinde buldu. IŞİD'in subayı öldürme eylemi bu boyutta bir savaşı
başlatmaya yetmiyordu. Ama PKK ve diğerlerin silahlı eylemleri bu olanağı
sundu.
PKK
diktatörlük tarafından dıştalanmış olmaya son vermek ve yeniden barış sürecini
başlatmak için gerilla savaşını başlatacağını duyuruyordu.
PKK
kazanımlarının özgüveni ve 2009 da yenilmemiş olmanın cesareti ile diktatörlüğü
antlaşma sürecine çekmek için yeniden gerilla savaşını başlattı.
Suruç
katliamını faydaya dönüştürmek için polis ve asker öldürmelere başlayarak, aynı
zamanda top yekun savaş ve mücadele çağrısı yaparak bir kez daha silah zoruyla
kendini kabul ettirmeyi seçti.
Belki
desteğini aldığı Kürt halkının öfkeli beklentisine yanıt vermiş olmanın huzuru
içinde savaşı başlatmış oldu. Ama özellikle Selahattin Demirtaş'ın söylemleri
ve Türkiyeli sosyalistlerin tercihi ile HDP'nin yarattığı Türkiye partisi olma
algısını zedeledi.
PKK'nin
eylemlerinin etkisini sıralarsak ;
1- AKP'nin
önünü kesmek için HDP'ye barajı açtırma desteğini sunmuş olan İslamcı
burjuvazinin dışındaki büyük burjuvaziyi korkuttu.
2- Kürt
olmayanların desteğine "emanet verilmiş oylara" ağır bir darbe vurdu.
3- 7
Haziran seçimlerinde desteğini almış olduğu Kürt burjuvazisini rahatsız etti.
4- Çatışma
ortamının durmuş olması ile devlet teröründen uzak yaşamaya başlamış olan Kürt
halkını yeniden huzursuz, güvensiz ve kaygı dolu günler yaşamaya başladı. Daha
önce AKP'ye oy vermiş ama 7 Haziran seçimlerinde HDP'ye tercih etmiş olan
Kürtleri uzaklaştırmaya başladı.
5- Ezen
ulusun desteğini alma politikası suya düşerken, Türk milliyetçi duygularını
ayağa kaldırdı. Böylece ırkçı temelde toplumun, dolayısıyla işçi sınıfının
bölünmesine katkı koydu.
PKK bu
savaşta belki de duyurmadığı ama fiilen alt yapısını oluşturduğu kanton
örgütlenmelerini duyuracağı ortama ulaşacağının da hesabını yapıyordur. Kanton
aşamasına gelinmesi ile mücadeleyi bir adım daha hem de önemli ve büyük bir
adım olarak ileriye taşımanın hesapları içindedir.
27. 07.
2015
Comments
Post a Comment