Davutoğlu
Emanetçilikten Kurtulmak İstiyor.
"Ben emanetçi
başbakan olmam. Sayın Cumhurbaşkanı, benim devlet yönetiminde yönlendirilen bir
siyaset adamı olmadığımı, olamayacağımı da çok iyi bilir. Böyle bir şey de
zaten teklif etmez. Beni tanıyanlar nasıl böyle şeyleri bana yakıştırır diye
çoğu zaman sitem de ediyorum." (Show TV, 21.09.2015)
Aslında Ahmet Davutoğlu ne olmak istediğini Erdoğan'a
duyurmaya çalışıyor. Bir anlamda böyle olmak istemeyen beni emanetçi gibi
gösterme, ben senin emanetçin olmam diyor.
Davutoğlu siyaset sahnesinde ilk kez görülmüyor. Erdoğan'ın
baş danışmanlığından önce akademisyen kimliğiyle de siyasette var ama ortalıkta
görünen değil. Davutoğlu akademisyen kimliğiyle, devletin istemi üzerine özellikle
dış politikaya ilişkin zaman zaman
görüşlerini de iletiyor. Erdoğan'ın başdanışmanı olduğunda yavaş yavaş
siyaset sahnesine çıkmaya başlıyor. Babacan'ın dışişleri bakanlığı döneminde
ise Ortadoğu politikasını neredeyse Davutoğlu yönetiyor. Sonrada Dışişleri
Bakanlığına getiriliyor. Sonuçta olması gereken yerde bulunuyor.
Davutoğlu'nun bir sıkıntısı var.
Erdoğan tek adam diktatörlüğünü kurmak için Cumhurbaşkanı
olunca herkes AKP'nin başına gelecek olanın emanetçi olacağını haklı olarak
düşünüyor. Fakat Yeni Osmanlıcığın
teorisyeni olan Davutoğlu, gölgede
kalmak istemiyor. Başbakan yapılırken çok seviniyor, Q'su düşükler gibi sağa
sola boş tebessümler dağıtıyor. Ama gözlerindeki ifade bir hinoğlu hinliği
gizliyor. Hem mutlu, hem de sinsilik görülüyor.
İki "çok bilenin" devletin en tepesinde olması
sağlıklı bir birlikteliği getirmeyeceği açıkça ortada görülüyor. Bir yanda uçak
tasarımından, elektronik mühendisliğe kadar plastik sanatlarda dahil her alanda
müthiş bilgisi(!) olan cumhurbaşkanı Erdoğan, diğer yanda Yeni Osmanlıcılığın
teorisini kitaplaştırmış, akademik kariyeri olan Marksizmden İslam felsefesine
kadar geniş felsefi bilgiye(!) sahip olan Başbakan Davutoğlu.
Bunların fıtratlarında güce tapar olduğu için, kendinden güçlü
gördüğüne önce itaat eder, boyun eğerler. Kafalarının içinde var olanı
gerçekleştirmek için sürekli fırsat kollarlar. Erdoğan'ın siyasi
olarak çok
güçlü olduğunu Davutoğlu bilir. Erdoğan istemediği sürece bir yere gelmesinin
ve orada kalmasının olanaksız olduğunun bilincindedir. Hiç bir zaman Erdoğan'ın önüne geçmez.
Sürekli Onu takip eder. Yanlış yapmamak, daha doğrusu gücü elinde bulunduran
Erdoğan'ı hayal kırıklığına uğratmamak için adım atarken dahi çok dikkatli
davranır.
Erdoğan baskın karakterdir. Davutoğlu ise söylemde atıp
tutan ama cesaretsiz kişiliktir. Erdoğan kendini ortaya atan, arkası
sıvazlandığında "efelenen" bir anlamda "dava" uğruna feda
tiptir. Davutoğlu ise daha çok insanları, örgütleri kullanmaya, geri de kalarak
tehlike bölgesinden uzak durarak oradan kışkırtmaya, ileri-geri konuşmaya
müsaittir. Halkın deyişiyle söyleyecek olursak sinsidir.
Bu tiplerin ne zaman, ne yapacağı, kiminle kime karşı
duracağı, Musa Kart'ın çizdiği gibi fırıldaktır. Güçlülerin yanında saf tutarak
kendilerini güvenceye alırlar. Ama fırsatını bulduklarında kafa bile keserler.
Hangisi daha tehlikelidir diye sormaya gerek yok, insanlık için her ikisi de
çok tehlikelidir.
Davutoğlu, Erdoğan'dan daha bilgili olduğunu düşünür. Kendi
ideolojisi açısından bakıldığında haklıdır da. Teorisyenin, uygulayıcıdan daha bilgili
olması çok doğaldır. Pratiksiyenin bilgili olanın üzerinde inisiyatif sahibi
olması, onu yönlendirmesi bilgili olanı rahatsız eder. Hele hele örgütü
tarafından ve toplum tarafından bu algının benimsenmesi bilgili olan
Davutoğlu'nda çok daha fazla rahatsızlık yaratır. Bu algıdan kurtulmalıdır.
Emanetçi olmadığını, bu yeri hak ettiğini ve kimsenin kendisini
yönetemeyeceğini devletin en önemli kurumuna yerleştikten sonra adım adım
göstermelidir. Başbakanlığa atandıktan
sonra ilk medya temsilcileri ile buluşmasında ne demişti Davutoğlu "Muhatabınız artık benim, Cumhurbaşkanı
değil. O siyaset ve partiler üstü bir konumda"
Davutoğlu, bu sözleriyle Başbakanlığına Erdoğan'ı
karıştırmak istemiyordu. Ama Erdoğan da boş durmuyordu. Hükümetin çalışmalarını
yönlendirmek için Takip Daire Başkanlığı ismiyle
yeni bir birim kurulacağını ve bu kurum ile hükümeti yöneteceği anlaşılıyordu.
Bakanlar Kuruluna da başkanlık yapacağını açıklamıştı. Davutoğlu bütün bunları
bilmiyor mu? Bilmemesi mümkün değil. Bizim bildiğimize göre Davutoğlu çok daha
iyi biliyor. Sadrazam olmadığını Türkiye Cumhuriyet Başbakanı olduğunu her fırsatta kanıtlama gayretine girmesi bu
yüzdendi. Kendisinin teorik birikimini öne çıkararak bu farkı göstermesi
gerekiyordu. Onun için en çok kendisinin bildiğini açıklamalıydı. Marksizmi
bildiğini geceleri rüyasında Hegel ve Gazali ile tartıştığını bu yüzden dile
getirdi. Daha önce Erdoğan'ın yapmadığını yaparak Diyaneti de kendine
bağlayarak hem inisiyatifli olduğunu hem de İslam bilgini olduğunu gösterir.
Biçimsel farklılıklar gösterse bile genel anlamda aynı olan
kişilikler çatışır. Çatışmanın kökeninde "ben" olma
"sensin" denmesi vardır. Buradaki "ben" olma kişilikli,
karakter sahibi, ahlaklı kendini bilen olma değildir. Buradaki "ben"
olma bencillik ve şeflik özelliğidir.
Osmanlıda padişah kendi atadığı sadrazamlara güvenmezdi. Hoş
padişahlar birinci dereceden kan bağı kardeşlerine güvenmediği için onları da
boğdururlardı. Osmanlının sadrazamı günümüzün başbakanı Davutoğlu'dur.
Davutoğlu da 12 nolu cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atanmıştır. Davutoğlu
İslam Türk ideolojisi açısından buraya atanmayı hak etmiş midir? Evet etmiştir.
Hem ideolojinin oluşturucusu olarak, hem de dışişleri bakanlığı sırsında,
Erdoğan ile birlikte, bu ideolojinin birinci dereceden uygulayıcısı ve sorumlusu
olarak sadrazamlığı hak etmiştir.
Her ikisinin de birbirlerine güvenmediği anlaşılıyor.
Diktatörün kimseye güvenmemesini kişisel özelliklerinden dolayı biliyoruz, ama
Davutoğlu'un Erdoğan'a güvenmemesini nasıl açıklayabiliriz? İşte burada
inisiyatif çatışması ve "ben daha çok bilirim", "ben daha iyi
yaparım" anlayışı olduğunu varsayabiliriz.
Erdoğan politika oluşturduğu yanındaki danışmanlarının hemen
hemen hepsini cumhurbaşkanlığı makamına taşıyor ama sanırım en çok güvendiğini
Başbakanlık Başmüşaviri olarak çalışmasına devam etmesini sağlıyor. Tabii ki
Davutoğlu ile hem fikir olarak. Belki Davutoğlu, Erdoğan'ın amacını baştan
anlamıyor ama süreç içerisinde fark ediyor. Erdoğan bu has adamından
Başbakanlıkta ne olup bittiğini anında öğreniyor. Edindiği bilgiler ile de
nasıl adım atacağını, ne yapması gerektiğini belirliyor ve hükümet üzerindeki
kontrolünü devam ettiriyor. Davutoğlu her ne kadar süper zekaya sahip değilse
de aptal da olmadığı için süreç içerisinde yaşadıklarından toplantılarında
Erdoğan'a bilgi aktaran köstebek olduğunu fark ediyor. Tabii ki ilk akla
gelenin Erdoğan'ın ekibinden Başbakanlık Başmüşaviri olarak görev yapan geliyor.
Sonraki toplantılara alınmayarak köstebeğin o kişi olduğu test edilmiş oluyor.
Aynı ideolojinin savunucusu ve uygulayıcısı olmasına rağmen
birbirlerine güvenmeyen cumhurbaşkanı ile başbakanın yönetmeye çalıştığı bir
memleket burası. Hükümetin kötü gidişatından veya seçimlerde AKP'nin başarısız
sonuç almasından kellesi gidecek Davutoğlu'dur. Tarihte de bütün padişahlar
kötü gidişin faturasını sürekli kendi
atadıkları sadrazamlara çıkarmışlar ve kellerini vurdurmuşlardır. Davutoğlu'nu
bekleyen yakın tehlike de budur. Sanırım Davutoğlu da bunun farkındadır. Onun
için hem başbakanlık yerini hem de parti genel başkanlığını sağlama almak için
örgüt toplantılarına özel önem vermektedir.
Davutoğlu 16 Ekim 2014
tarihinde partisinin Karadeniz bölgesi milletvekilleriyle basına kapalı
toplantı yapıyor. Basına açık bölümünde “Suriye'den
kaçan mağdurlar arasında bir ayrım yapmamız söz konusu değil. Ama Türkiye
orada yardım amaçlı da olsa bir koridor açmayacak. Biz bu işe bulaşmayacağız.
Kobani-Türkiye bağlantısı diye bir bağlantı kurmayız. Buna izin versek o zaman
Araplar Araplara, Türkmenler de Türkmenlere yardıma giderse ne olacak? Böyle
bir şey mümkün değil. Türkiye Kobani konusuna bulaşmaz. Gelenlere kucak açarız,
Suriye'ye dönmek isteyenlere de izin veririz ama koridor açılmasına kesinlikle
sıcak bakmıyoruz.”
Erdoğan'ın Afganistan ziyareti
sonrası 19 Ekim'de yaptığı “PYD şu anda bizim için PKK ile eştir, o da bir terör
örgütüdür. ABD’nin böyle bir yardımına biz ‘evet’ diyemeyiz” açıklamasına bakılırsa Davutoğlu ile hem
fikir olduğu görülüyor.
Davutoğlu da bu hem fikirlikten hareketle
Karadeniz bölge milletvekilleri ile yaptığı toplantıda kendisinden emin
konuşuyor.
Her şey birden değişiveriyor.
Ne oluyor da Erdoğan terörist diye tanımladığı ve
silah yardımına karşı çıktığı Birleşik Devletlerin PYD'yi silahlandırılması ile
koridor açılmasına "tamam" diyor.
Şimdi bu olan-biten üzerinde biraz durmamız
gerekiyor. Gerekiyor çünkü, Davutoğlu'nun nasıl dışlandığına tanıklık ediyoruz.
Zavallı Davutoğlu ülkeyi kendisinin yönettiğini sanıyordu ama, öyle olmadığını
yaşayarak öğreniyor.
Tarih 20 Ekim 2014, sabaha
karşı Obama, Erdoğan'a telefonu açıyor. PYD'yi silahlandırıyoruz, sizde
Peşmerge'nin geçmesi için koridor açın" diyor. Her halde Erdoğan ığ-mık
ediyosa da gönülsüzce kabul ediyor. Bu kabul "Kara Kuvvetler Komutanlığı'nın sorumluluğunda bulunan
sınırlardan, herhangi bir Peşmerge gücünün geçişine izin verilmedi"
açıklamasını yapan generallerde memnuniyetsizlik yarattığı görülüyor. Ayrıca
Genelkurmay yöneltilen sorulara Genelkurmay Basın Daire Başkanı Tuğgeneral
Ertuğrul Gazi Özkürkçü açıklamasında, "Bu konunun muhatabı biz değiliz.
Açıklama Dışişleri Bakanlığı tarafından yapıldığı için konuya ilişkin soruların
Dışişleri Bakanlığı'na sorulması gerekir" diyerek,
sorumluluğu üzerinden atıyor. Ne diyor Genelkurmay'ın Bu kabule ilişkin
Cumhuriyet gazetesi "Türkiye,
Erdoğan'ın, Obama ile yaptığı görüşme sonrasında güvenlik koridoruna 'evet' dedi.
Diplomatik ve askeri kaynaklar, PYD'ye havadan silah yardımı yapılması ve Peşmergeye
güvenlik koridoru açılması karşılığında Türkiye'nin de bir şeyler almış olması
gerektiğini belirtti. Kaynaklar, Obama ile 'nihai hedef Esad rejiminin
devrilmesi' veya Türkiye'nin istediği Suriye içinde güvenli bölgelerin
kurulması konusunda bir anlaşmaya varılmış olunabileceğini ifade etti"
diye zorlama bir haber geçiyor. Zorlama diyorum, çünkü bu
"söylentinin" karşılığı en azından şimdiye kadar Birleşik Devletlerin
yapmış olduğu açıklamalara bakılırsa bir karşılığı bulunmuyor. Alınan taviz ve
bugünlerde iflas etmiş olan eğit-donattan başka bir şey olmadığı anlaşılıyor.
Ama burada esas olan Davutoğlu'nun zavallı duruma düşürülmesi. Obama ile
Erdoğan'ın telefon görüşmesinden 3 gün önce ne demişti sadrazam Davutoğlu "Kesinlikle koridor açmayız"
Davutoğlu'na rağmen koridor açılıverdi. Şimdi ne duruma düştü teorisyen
Davutoğlu? Heeey ONUR neredesin?
Davutoğlu Başbakan olduktan sonra 17-25 Aralık
operasyonlarıyla sıkışınca Erdoğan'dan farklı düşünce davranış içine girme
işaretleri vermeye başlıyor. Muhalefet olayı meclise taşıyor. Adı gecen
bakanları Yüce Divan'a göndermek için Meclis Gündemine aldırıyor. Seçimlerde
yakın. Hırsızlık ayyuka çıkmış. Yapılan anketlerde AKP'ye oy verenlerin bile
neredeyse yarısı hırsızlık yapıldığına inanıyor. Davutoğlu "hırsızlık
yapan kolu keseriz" deyince bir çok kişi şaşırıyor. Sanırım en çok da
Erdoğan şaşırıyor. Sonra mı, hepimizin bildiği oluyor. Erdoğan Davutoğlu'nu
fabrika ayarlarına döndürüyor. O sözü söylediğiyle kalıyor. Meclis oylamasında
Davutoğlu yaptığı açıklamayı unutmak zorunda kalıyor, kol falan kesilmiyor.
7 Haziran seçimlerini az bir zaman kala Davutoğlu yine para
ve mülkle ilgili açıklama yapıyor. Adına da "kamuda şeffaflık paketi"
diyor. 17 - 25 Aralık operasyonunda hırsızlığın açığa çıkması ve CHP'nin hesap
verir seçilmişlerden oluşacak meclis savunması Davutoğlu'nu harekete geçiriyor.
Bu pakete göre " Meclis’te
grubu bulunan siyasi partilerin il başkanları bile TBMM’ye mal bildiriminde
bulunacak... Mal bildirimi yenilenme süresi 5 yıldan 2 yıla inecek." Görüldüğü gibi sadece milletvekilleri değil parti il başkanları bile
mal bildiriminde bulunmak zorunda olacaktı. AKP için ne kadar tehlikeli..
Erdoğan
müdahale etmekte geçilmiyor. " Böyle bir düzenleme .. seçim öncesinde
doğru gelmiyor. Sert kararlar alırsanız, ekonomiyi olumsuz etkiler. Mal
bildiriminde de çok dikkatli olunmalı. Böyle giderse görev alacak il ve ilçe
başkanı bulamazsınız.” Böylece
paket çöpe gidiyor. Bütün bunlar
2015 Şubat ayında oluyor.
Milli Görüş diye
ifadelendirilenlerin dışında İslam ideolojisinin her çeşidinin koalisyonu olan
AKP hükümeti iki ana çizgide saflaşmaya başladığı görülüyor. Hem iktidarın hem
de partinin belirleyici gücü olan Erdoğan kliği son genel kongrede ve
milletvekili listelerinin oluşturulmasında diğer kliklere, özellikle A. Gül'e
yakın olan ve olabileceklere tasfiye operasyonu başlatıyor. Şöyle de
diyebilmemiz olanaklı; 5. Olağan Genel Kurul ile 1 Kasım seçimleri için
oluşturulan milletvekili listesi Erdoğan kliğini hem iktidarda hem de partide
tek güç haline getirmeyi amaç ediniyor. Parti Kongresinde bunu başarmış olan
Erdoğan, milletvekili listesinde taviz vermek zorunda kalıyor. İstemeye
istemeye de olsa hem parti için hem de parti dışı faktörler sonucunda böyle oluyor.
1 Kasım seçimi AKP,
dolayısı ile diktatör için oldukça zor bir seçim. 7 Haziran seçim sonuçları ve
1 Kasım seçim anketleri ortada. AKP'nin tek başına hükümet kurabilecek sayıyı
yakalayamazsa Erdoğan kliği için zor günler başlayacak. Onun için partiyi seçim
sürecinde zayıflatacak her olumsuzluktan kaçınmak gerekiyor. Eğer Saadet
Partisi ile ittifak gerçekleşmiş olsaydı belki de tavizi vermeyecekti. Ancak bu
ittifakın gerçekleşmeyeceği listelerin oluşturulacağı çok kısa zaman öncesi
netleşmesiyle ister istemez taviz vermek zorunda kalıyor.
Erdoğan tarafından
kendisinin sürekli ezilmesinden rahatsız olan ve kendini Erdoğan'dan çok daha
bilgili, bir anlamda da yetenekli gören Davutoğlu A. Gül'e yakınlıkları ile
bilinen İngiliz Mehmet ile A. Babacan'a hem Erdoğan karşısında bir kazanım elde
etmek, hem de özellikle ülke içi sermayeye güven vermek için milletvekili
listelerinde yer almalarında ısrarcı oluyor. Davutoğlu'nun bu ısrarcılığı aynı
zamanda AKP'nin oy kaybını önleme isteğinden de kaynaklanıyor. Çünkü herkesin
bildiğini o da biliyor. Eğer seçimlerde AKP istenilen "başarıyı" elde
edemezse AKP Genel başkanlığını kaybedeceği gibi siyasi kariyeri de ayaklar
altına alınacaktır. Şüphesiz geleceğini, daha doğrusu 1 Kasım sonrasını o da
düşünmektedir. Hiç kimse kendisini ezdirmek ve siyasi olarak bitmeyi istemediği
gibi Davutoğlu'da istememektedir. Onun için ince hesaplar yapıyor. İstenilen
sonucun çıkmaması durumunda klikler koalisyonu olan AKP'nin iç kavgalara
düşeceğini, her şeyden önce kendisinin parti genel başkanlığından
düşürüleceğini tahmin ediyor, ona göre önlemler alıyor. Tabii ki parti içi
yarışta kendi gücü yetersiz olduğu için A. Gül çizgisinde olanlar ile yakınlaşma
kendisi için büyük avantaj sağlıyor. Her ne kadar bu ilişki kabul görse bile
büyük olasılıkla parti başkanlığını kaybedecek ama siyasi olarak bitişinin
önüne geçecektir. Yani seçim sonuçları AKP için bir yenilgi olması durumunda
Davutoğlu'nun az zarar ile atlatma hesapları içinde olduğu görülüyor.
Evet, Davutoğlu bu
kaygı ve ince hesaplarından dolayı Erdoğan'a karşı A. Gül'e yakın oldukları
bilinen İngiliz Mehmet ve Ali Babacan ile birlikte davranıyor. Şunu da
anımsatmakta fayda var. Daha önce Erdoğan'ın Merkez Bankası Başkanına faizleri
düşürmediği diye vatan haini ilan etmesinde Babacan ve İngiliz Mehmet direnmiş
hatta basına yansıdığı kadarıyla Babacan'ı istifadan Davutoğlu'nun verdiği bir
dizi sözün döndürdüğünü okumuştuk. Bu
yazılanların doğru olduğu da Erdoğan'ın sonradan Merkez Bankasına karşı herhangi
bir şey söylememesi ile anlaşılmıştı.
İşte bu çatışmanın
gazete köşelerinde devam ettiğini görüyoruz.
Daha önce yine muhalif
basında Saray'ın ekonomiyi kendi inisiyatifine aldığı haberleri yer almıştı.
Yazılanlara göre danışmanlar Yiğit Bulut, Cemil Ertem ve damat Berat
Albayrak'tan oluşan ekibin ekonominin iplerini eline aldığı yazılmıştı. Damat
Berat Albayrak'ın 21. 09. 2015 tarihli Sabah gazetesindeki köşesinde
yazdıklarından bu kavganın daha da derinleşeceğinin işaretleri okuyoruz. “Piyasadaki arkadaşlar şunu da gayet iyi
biliyor ki çıpa herhangi bir şahıs değil, bugüne kadar yaşanan tüm zor
dönemlerde dahi mali disiplinden ödün vermeden aldığı cesur kararlarla ülkeyi
bu noktaya getiren sağlam irade oldu. Ama bu çıpa illa bir kişiyse onun da kim
olduğunu sokaktaki vatandaştan bile daha iyi bilmekteler.” Bu alıntıyı yapan Murat Sabuncu'nun da
belirttiği gibi Damat "çıpa Babacan
değil Erdoğan"dır diyor açıkça. (Cumhuriyet, 22. 09. 2015)
Davutoğlu ile Erdoğan
arasındaki ayrılığa tanık olduğumuz iki gelişme daha yaşadık. Bu yaşadıklarımız
aralarındaki çelişkinin hem boyutlandığını hem de derinleştiğini gösteriyor.
Her ne kadar Suriye'de tampon bölge veya buna neden olacak güvenli 3 şehir
kurulması politikalarında hem fikir olmaları devam ediyorsa da ayrılıklarda
gözlemleniyor.
Erdoğan, Rusya dönüşü
sonrası Esat'ın yıkılması şartından vazgeçiyor ve "Esat ile geçiş süreci
düşünülebilinir" diyor. Birleşmiş Milletler toplantısı için Birleşik
Devletlerde bulunan Davutoğlu yanına MİT Müşteşarı Hakan Fidan ve Dışişleri
bakanı Sinirlioğlu'nu yanına alarak fotoğraf vermeyi de ihmal etmeyen Davutoğlu
"Esad ile geçiş süreci olmaz" diyerek Erdoğan ile ters düşüyor.
Bu arada şunu
belirtmek isterim bu kavga Milliciler ile Millici olmayanların kavgası değil.
Her ne kadar diktatörlük böyle tanımlamaya çalışsa da esasında bu kavga
fetihçiler ile mandacılar kavgasıdır. Yeni Osmanlıcılık hayalleri ile tutuşan
diktatör ve ekibine "millici" denilmesi yanıltıcıdır. Evet, onlar
İslam motifli Türkçüdürler ama hiç bir zaman milli değillerdir. Millicilikten
söz edilecekse 1923 devrimini gerçekleştiren Kemalist hareket ve onun hedeflerinden
söz edilmesi gerekir. Oysa bugün millici diye kendilerini orta yere atmış
olanlar daha çok İslamcıdırlar. Toplumu tepeden tırnağa İslam kurallarına göre
yapılandırmak isteyip gerici bir düzen kurmak istemektedirler. (30. Eylül.
2015)
Comments
Post a Comment