Erdoğan/Davutoğlu'nun Değişen Kürt Politikası

Günümüzde Kürt sermaye grupları kesinlikle ayrılmaktan yana değildir, hatta neredeyse Türk burjuvaların tamamıyla bu noktada hem fikirdir. Dondurulduğu söylenen Erdoğan'ın "çözüm süreci" bu sınıfların beklentilerine yanıt veren politika oluyor.
Muharrem Yılmaz'ın başkanlığa getirildiği TUSİAD yönetim kurulu üyelerinden biri Cizreli Kürt kapitalistidir. TUSİAD Yönetim kurulu oluştuktan sonra yapılan basın toplantısında Cizreli Kürt burjuvası Tarkan Kadooğlu'nun yaptığı açıklama medyada geniş yer buluyor. Aynı günün akşamı, 26. Şubat. 2013, SKY Türk televizyonunda Doğan Akın ile Murat Sabuncu’nun sunduğu 360 programına katılıyor. Türk ve Kürt burjuvalarının gönlünde yatan aslanı çok güzel açıklıyor. Bu açıklamalarıyla yeni Osmanlıcılık politikasının da ne anlama geldiğini deşifre etmiş oluyor. “Türkiye, Suriye ve Kuzey Irak’la birleşebilir. Türkiye’nin önderliğinde bir konfederasyon neden olmasın? Kürtlerin en sevdiği millet Türklerdir. Biz yapmazsak kim yapacak” diyor. Ve yine Kürt İşadamları örgütü olan Güneydoğu Genç İşadamları Derneği (GÜNDİAD) Başkanı Hakan Akbal 7 Mayıs 2014 tarihinde Diyarbakır'da basına “Denetimli özerklik uygulanmalı” açıklaması Erdoğan'ın 2. Cumhuriyet Tartışmaları'nda belirttiği ve Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik kitabında formüle etmeye çalıştığı Kürt sorununu Osmanlı eyalet sistemi benzeri bir anlayışla çözme isteği Kürt burjuvazisinin talebiyle aynı eksende buluşuyor.
Peki ne oldu da tekrar silahlar konuşmaya, bombalar patlamaya, insanlar ölmeye/öldürülmeye başladı? İşte aşağıdaki çözümlemeler bu soruyu yanıtlıyor. Aynı zamanda diktatörlüğün izlediği politikayı da açıklıyor.
Erdoğan'ın Gülen Cemaati'ni tasfiye operasyonunda oluşturduğu ittifaklar kendisini açmaza düşürüyor.
17 - 25 Aralık tehlikesini generaller ile el ele vererek atlatan Erdoğan  I. AKP Hükümetinin hedeflerinden  hızla uzaklaşarak geri dönüşü olmayan çıkmaz bir yola sapıyor.
Erdoğan, Cemaati tasfiye ve Kürt sorununu "çözüm" politikasını değiştirmesi zeminde generaller ile ittifak oluşturuyor. Bu ittifak meyvelerini veriyor. Ergenekon, Balyoz ve Casusluk davalarından tutuklu tüm askerler serbest bırakılıyor. Hatta kimileri ordudaki görevine dönüyor ve terfi ettiriliyor.  
Generallerin desteği ile tehlikeyi savuşturmaktan oldukça memnun olan Erdoğan'ın keyfi Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması ile artıyor. Başbakanlık için yapımına başlanan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ile Cumhurbaşkanlık ikametgahına dönüştürülen kaçak saraya yerleşiyor. Her şeyin istediği gibi gitmekte olduğu sevinciyle tek adam iktidarını kurmasına çok az zaman kaldığını düşünmeye başlıyor.
Suriye iç savaşındaki beklentilerinin gerçekleşmemesi ile PYD'li Kürtlerin Kantonlar şeklinde "devletleşmesi" "Hayaldi gerçek oldu" söylevini hazırlanan Erdoğan'a oldukça ağır bir darbe vuruyor. Ortadoğu'nun lideri ve Sünni İslamcıların "halifesi" olmayı hedefleyip, İsrail'e haddini bildirmeyi amaçlayan Erdoğan'ın Yeni Osmanlıcılık politikasının önünün kesilmesi çaresizliği olurken öfke ve şiddetini maksiyum düzeyine çıkarıyor.
Şimdilik iyi ilişkiler içinde olduğu Kuzey Irak Kürt Yönetiminin yarın Birleşik Devletler emperyalizmiyle birlikte Erdoğan'a karşıt tavır almasının önünde bir engel bulunmuyor. Bu durumun farkında olan Erdoğan, o yüzden gerek Irak'ta gerekse de Suriye'de neredeyse örgütsel bağ içinde diyebileceğimiz Sünni İslamcı örgütlerin iktidar olması için hiç bir desteği esirgemiyor.
Suriye'de "Batı" denilen emperyalist ülkeler ile işbirliği içinde olan Kürt Kantonları Erdoğan/Davutoğlu savaş kliğinin Ortadoğu'ya inmesini engelliyor. Bu yüzden PYD'ye karşı savaşan bütün güçleri destekliyor, IŞİD'in Kobeniyi kuşatması ile sevinç içinde "Kobeni ha düştü ha düşecek" açıklamasını yapıyor. Emperyalistlerin hava desteği ile Kürtlerin kahramanca direnişi sonucu Kantonlar varlığını devam ettiriyor.
PYD Kürtlerinin IŞİD'e karşı destansı direnişi Türkiye'deki Kürtlere her şeyden önce yüksek bir moral oluyor, kendi özgüvenlerini daha da geliştiriyor. Suriye'nin Kuzey'inde olanın Türkiye'de de olması için alt yapılarını kurmaya hız veriyorlar.
Güney sınırında önemli bir engel oluşturan Kürt Kantonlarını tasfiye etmek için içerideki Kürtleri teslim almaktan geçtiğinin farkında olan Erdoğan/Davutoğlu savaş kliği "çözüm sürecini" yırtıp atıyor. Böylece generallerin silah gücüne ihtiyacı artıyor. Böylesi çatışmalı ortamlarda silaha sahip olanların sözünün daha çok "dinlenilir" olmasının kanıtı olarak Valiler de olan yetki generallere geçiyor. Erdoğan çaresiz bu yetkinin el değiştirmesini kabul ediyor.
7 Haziran seçim sonuçlarının AKP'yi hükümetten düşürmesi Erdoğan'ın uykularını kaçırdığı biliniyor.  Seçim sonuçlarını bir türlü hazmedemeyen Erdoğan kendi ifadesi ile "tekrar seçimle" amacına ulaşmayı düşlüyor. Bu amacına ulaşmak içinde  her türlü yöntemi kullanarak HDP'yi barajın altına itmeyi, itemezse en azından tek başına iktidar olmayı engelleyemeyecek duruma getirmeyi hedefliyor.
"Çözüm sürecini" yırtıp atarak, Kürtlerin değişi ile masayı devirerek, Kürtlere karşı mücadelesinde her türlü zor ve şiddet yöntemi uygulamada generaller ile ittifakını güçlendiriyor. siyasi mücadele olarak da HDP'yi terör örgütünün uzantısı, terörist parti olarak göstermeyi seçiyor.Böylece Kürtleri bölme ve kışkırtma operasyonlarına hız veriliyor.
Önce şunu belirtmemizde fayda bulunuyor. Her ne kadar A. Öcalan'a tecrit uygulanıyorsa da devlet Öcalan ile görüşüyor. Yakalandığı tarihten bugüne devletin A. Öcalan ile görüşmekte oluşunu dikkate aldığımızda görüşmüyordur dememiz doğru olmuyor. Hele hele Kürt sözcülerin dışişleri bakanı olmasını istedikleri Erdoğan'ın sır küpü Hakan Fidan'ın MİT'in başında olduğunu dikkate aldığımızda devlet görüşmüyordur diye düşünmek yanlış oluyor. Devlet ile büyük ölçüde antlaşmış olan A. Öcalan'a atfen medyaya sızdırma yapılıyor. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı, A. Öcalan ile görüşüldüğünü ve Öcalan'ın HDP'de dahil hepsinin yanlış yaptığını belirterek "elime sopa alır bunların hepsini kovalarım" dediğini açıklıyor. Aradan zaman geçiyor çatışmaların oldukça şiddetlendiği büyük sayıda ölümlerin gerçekleştiği bir aşamada Hürriyet gazetesi Ankara temsilcisi Deniz Zeyrek "Herhangi bir çağrı yapmam. Beni dinlemezler. Liderliğimi tartıştırmam" dediğini "güvenilir kaynaklardan" öğrendiğini söylüyor.
A. Öcalan'ın bu tür açıklamalar yapması muhtemeldir. Özellikle Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarının açıklaması büyük ölçüde doğru olabilir. İkincisinin ise MİT'in bilinçli sızdırması veya ustaca kurgusu diye düşünebiliriz. Ancak Öcalan'ın daha önceki açıklamaları ile birlikte düşündüğümüzde kamuoyuna yansıyanlarda gerçeklik payı olduğunu varsaymamızda hiç bir sakınca bulunmuyor. Ne demişti? "Eğer bu önerdiklerim kabul görmezse aradan çekilirim." ve "ayrıca süreç sağlıklı şekilde devam ettirilmezse benim kontrolümden çıkabilir."
Bu açıklamalar veya sızdırmalar doğru veya yanlış. Diktatörlük, Öcalan'a atfettiği açıklamalar ile özellikle PKK'nin siyasi uzantısı olarak gösterdiği HDP'yi Öcalan'a rağmen sadece sadece Erdoğan düşmanlığından dolayı şiddeti ve çatışmalı ortamı desteklediği mesajını vermeye çalışıyor
Diktatörlüğün kitleye dönük mesajı bu oluyor. Diğer yandan benim izlemek ve gözlemlemekle fark ettiğim şeyi devletin istihbarat teşkilatı ile çok daha ayrıntısını bildiği HDP içindeki farklı anlayışların birbirleri ile olan çelişkisini de derinleştirmek istiyor. Belki de pek fazla inanmasa da bir bölünme umuyor. Bunlar ile birlikte Kürt halkının PKK'ye karşı çıktığı propagandasına hız veriliyor.
Aydınlık gazetesi: "Şemdinli'de PKK'ya aşiret isyanı" (9.Eylül 2015)
Türkiye gazetesi "Aşiretlerden PKK'ya karşı Birleşme Kararı" (9.Eylül 2015)
Bir gün sonra bu tarz yayına Star da katılıyor. "Aşiretler teröre karşı tek yürek"
Aşiretler denilen AKP'yi destekleyen Hakkari'deki Gerger aşiretinden başkası olmadığı biliniyor.
Bu yayınlar farklı bir şekilde AKP medyası tarafından devam ettiriliyor.
12 Eylül 2015 tarihli Sabah gazetesi birinci sayfadan "Güneydoğu'da HDP'ye öfke rüzgarları esiyor" üst başlığı ile "Barışa oy verdik PKK savaş çıkardı" ifadesini haberin başlığını yapıyor.
Erdoğan medyası devam ediyor.
"Cizre Halkı Devletin Yanında" (Star)
"Kapıyı Açmayan vuruldu" (Yeni Şafak)
"Camiye gideni bile vurdular." (Sabah)
"Kürtlere ihanet" (Milat)
"Şiddet örgütün tabanını bitirdi" (Türkiye)
En güzel yanıtı Selahhatti Demirtaş, 14 Eylül Muş Varto'da yaptığı mitingde "Atadığınız Kaymakam değil kendi seçtiğim belediye meclisim, kendi seçtiğim eş başkanlarım, burada seçilmişler yönetsin istiyorlar. Buna da öz yönetim diyorlar. Yukarıdan gönderilen devlet memurları yönetici olmasın istiyorlar. Olsun diyorsanız onlar da seçimle gelsin. Buyursun kaymakam adayları, vali adayları halkın huzuruna çıksın. Halk kimi istiyorsa, vali, kaymakam yapsın. Bunun neresi yanlış, neresi bölünmedir. Bunun neresi tehlikedir. Kaymakam ve valilerin şahsıyla bir sorun yaşamıyoruz. Bizim derdimiz sistemledir, kişilerle değil. Kaymakam ve Muş Valisi kendine güveniyorsa aday olsun burada seviliyorsa seçilir”
Madem ki halk, HDP ve PKK'den kurtulmak istiyor, o zaman diktatörlük medyasının S. Demirtaş'ın dediği gibi sandığın ortaya konulmasını ve halkın seçimini yapmasını istemeleri gerekiyor. Diktatörün medyası serbest seçimle halkın yöneticilerini seçmesinden hortlak görmüş gibi korkuyor ama, yalan yanlış kışkırtıcı haberler yapmaktan zerre kadar utanç duymuyor.

Kürt'ü Kürt ile "terbiye" etmek

Erdoğan kitleleri birbirine kışkırtma özelliği taşıyor. En çok hatırda kalan Gezi Direnişi sürecinde "yüzde 50'yi evde zor tutuyoruz" ifadesidir. Ama Erdoğan daha önce de "I. Çözüm süreci"nin sonlandırılması sonrası İstanbul da bir vatandaşın göstericilere silah kullanması üzerine 3 Kasım 2008 de "Eğer sen vatandaşın malına canına kastediyorsan o vatandaşın elinde de böyle bir tedbiri, imkanı varsa kendisini savunma yoluna gidecektir" diyor. Erdoğan bu kışkırtıcı söylemini devam ettirmekte hiç bir sakınca görmüyor. 2014 yılı Haziran ayında Lice'deki devletin tutumu ülkenin bir çok yerinde barışçıl gösteriler ile protesto ediliyor. Tokat da da devletin Lice'deki tutumunu protesto eden göstericilere bir grup saldırıyor. Ve Erdoğan Partisinin Meclis Grup toplantısında "Tokat'ta vatandaşın ortaya koyduğu tavrı aynı şekilde herkesin ortaya koymasını söylüyorum" diyerek, insanları birbirine kırdırma nutku atıyor. Erdoğan, kimi zamanda gösterilerden olumsuz etkilenen esnafın duygularına seslenerek "Alperen ve polislik" görevleri yüklüyor.  
İstemediği bir gelişme karşısında geçmişte de zaman  zaman dile getirdiği gibi "PKK'ye karşı Kürtler harekete geçmeli, Kürtler tepki vermeli" diyerek Kürtlerin sokaklara, meydanlara çıkmasında hiç bir sakınca görmüyor. Erdoğan ne diyor "HDP kandilin uzantısıdır" yani HDP, PKK'dir. Kürtleri sokağa çağıran Erdoğan 6 milyonun üzerinde oy almış, bütün Kürt illerindeki belediye başkanlıklarını kazanmış yasal parti HDP'ye karşı Kürtleri harekete geçmeye çağırıyor.
Erdoğan'ın bu istemi çok cılız bir iki karşılık buluyor.
Kürt hareketi/muhalefeti homojen bir yapı değildir. Kürt hareketinin/muhalefetinin kurduğu bir çok legal, yarı legal teşkilatlar farklı özellikleri taşıyan anlayış, sınıf ve katmanlardan meydana gelir. İnanç, ideoloji, kültür ve sosyolojik olarak bir çok farklılıklar içerir. Bir anlamda eklektik bir yapıdır. Bütün Kürtlerin ve Kürt örgütlerin siyasal partisi de HDP'dir. Kürt burjuvası, Kürt tüccarı, Kürt toprak ağası, Kürt memuru, Kürt işçisi, Kürt öğrencisi kendini siyasal olarak legalde HDP ile ifade eder ve onun çatısı altında yer alır. Tek ortak paydaları Kürt olmak ve Türklerle birlikte eşit yurttaş olma istekleridir. Bu yüzden sistem içinde çözüm önermektedirler. Yine bu yüzden bu hareket burjuva karakterdedir.
"Çözüm sürecinin" yarattığı olanakları çok iyi kullanarak bilinç ve örgütlülüklerini hızla geliştirmişlerdir.
Legal ve yarı legal Kürt örgütlerine göre PKK homojen siyasi bir yapıdır. Demokratik olmayan askeri siyasi bir örgütlenmedir. PKK bir tek ideolojiyi barındırır, farklılıklara asla izin vermez. Hele hele A. Öcalan'ın yakalanmazdan önce yönettiği PKK'de Öcalan'dan farklı düşünen yüzlerce militan ajanlıkla, ihanetle suçlanarak infaz edilmiştir. Bu kadar katı askeri siyasi bir örgütlenmedir.
PKK bugün geldiği noktada burjuva bir özellik taşıyor olsa bile legal ve yarı legal örgütlerden siyasi talep ve duruş olarak farklılık gösteriyor.
PKK'nin kuruluş mayısı Marksizm- Leninizm'dir, en azından kendi beyanları böyledir. Yıllar sonra. A. Öcalan tarafından yapılan bir açıklama ile Marksizm ve Leninizm terk edilmiştir. PKK bağımsız büyük Kürt devletine giden, bir anlamda küçük burjuva sosyalizmi diyebileceğimiz mücadele çizgisini benimsemiştir. İşte bu amacından dolayı diğer sınıf, özellikle Kürt burjuva, tüccar, ağalar ile ayrışır.
Bugün Selahattin Demirtaş'ın açıklamaları ve çağrıları ile PKK'nin zaman zaman Selahattin Demirtaş'ın açıklamalarını doğrudan hedef alan itirazları bu farklılıklardan kaynaklanıyor.

Selahattin Demirtaş aslında Kürt sermaye gruplarının istemleri beklentisinde açıklama yapıyor. Kürt sermaye grupları, hatta Kürt İslamcıları ellerin tetikten çekilmesini istiyor. PKK ise ileriye sürdüğü taleplerinin en azından tatmin edici bir kısmı karşılanmadan ellerin tetikten çekilmeyeceğini açıklıyor. İşte Erdoğan/Davutoğlu savaş kliği bu farklılık üzerine baskıcı bir politika uygulayarak Kürt Hareketini/Muhalefetini bölmeye çalışıyor. Ancak içinde bulunduğumuz aşamada savaş ve şiddet politikaları ile bunu başarmasının olanağı görülmüyor. Çünkü Kürt sermayesi de kazanımlarının korunması ve geliştirmesi birlikte duruş ile sağlanacağının bilinciyle hareket ediyor. 

Comments