İslam Türk Diktatörlüğünün Yeni
Yönetme Politikası -2-
Diktatörlüğün kitle
desteği oldukça güçlü. Bu desteğin uzun süre daha var olacağı anlaşılıyor.
Diktatör de bu durumu biliyor. Ama özellikle militan gençlik (dindar, kindar
gençlik) örgütlenmesi çok zayıf. Ayrıca, ve önemli; silahlı güçlerinde dini
ideoloji ile donatılmış kadrolardan oluşmasını hedefliyor.
Osmanlı döneminde askeri
karargahlara peygamber ocağı denirdi. Cumhuriyet döneminde bu söylem terk
edilmişti. AKP iktidarından önce toplumun geniş kesimi "peygamber
ocağı" deyişini unutmuştu. Savaşçı bir ruh, İslam adına "kılıç
sallamak" için bu söylem AKP iktidarı ile birlikte yeniden kullanıma
sokuldu.
Şehitlik, savaş,
peygamber ocağı, birlikte düşünüldüğünde daha anlaşılır oluyor. Dini karakter kazandırma
gayretlerinde oldukça yol alındığı görülüyor.
İlk aşamada Kürtler ile
savaşta kendini gösteriyor. İllegal bir yapının oluşturulduğu ve doğrudan diktatöre
bağlı çalıştığı tahmin ediliyor.
Selahattin
Demirtaş'ın "saray gladyosu" bazı yazarların "AKP'nin
Jitemi" tanımlamaları ve bölgede görev yapan namuslu gazetecilerin
"kim ve ne olduğu nereden geldiği bilinmeyen silahlı timler hiç bir idari
makamı tanımayan ve resmi güçlerden bağımsız olarak operasyonlar yapıp
gidiyorlar" şeklindeki gözlemleri diktatörlüğün dini ideolojiyi benimsemiş
savaşçı örgütlenmeyi gerçekleştirdiği görülüyor.
Diktatörlük gerek
Kürtler ile gerekse de Suriye savaşını din/mezhep savaşı karakterine dönüştürme
faaliyetleri içinde. Sık sık şehitlik üzerine atılan nutuklar bu amaca hizmet
ediyor. Erdoğan'ın ve kimi bakanların "ne mutlu şehidin ailesine"
diye askerin ölümünü kutsayan söylemi ve ardından "şehitlik çok yüce
makamdır, sanmayın ki şehit öldü, o ölmedi, sonsuz yaşama gitti"
şeklindeki propaganda cümleleri Kürtler ile savaşın İslam dini için yapılmakta
olduğunu kabul ettirme faaliyetini içeriyor. Kontrgerilla teşkilatı olduğu
tahmin edilen Esedullah kadrolarının duvarlara yazdıkları sloganlardan ve
örgütün isminde -Esedullah; Allah'ın aslanı anlamına gelir- dini ideoloji ile
örgütlenmiş çete olduğu anlaşılıyor. Dini ideolojiyi rehber edinmiş silahlı
örgütün mücadelesi de din amaçlı olacağını tahmin etmek zor olmuyor. İllegal
silahlı örgütten ayrı olarak polis teşkilatının da yönetenler ile yönetilenler
arasındaki mücadelede din adına yönetilenlere karşı saldırması için özel olarak
eğitildikleri görülüyor. Eskiden polislerin cenazeleri de askeri törene benzer
şekilde kaldırılır ve hiç bir aşamada tekbir getirilmez, "Allahü Ekber, Lâ
ilâhe illAllâhü vahdehu la şerike leh" duaları ile omuzlarda taşınmazdı.
Ancak şimdi durumun oldukça farklı olduğu görülüyor. Diyarbakır'da öldürülen
iki polisin cenazeleri tekbir sesleri ve "Allahı ekber, Allahı ekber..."
duaları ile kaldırılıyor.
İçeride diktatörlük bir
yandan devletin legal / illegal silahlı güçlerini yönetilmekte olan kitlelerin
hak aramasına saldırılarını İslam dininin korunması şekline dönüştürürken
Ortadoğu'daki savaş ve çatışmaları da aynı içeriğe oturmanın özel gayreti içine
giriyor.
Diktatörlüğün savaş
isteyen medyasının yayın organlarından Yeni Şafak gazetesinin genel yayın
yönetmeni İbrahim Karagül Suriye savaşının aslında bir "haçlı savaşı"
olduğunu iddia ederek hedef Kabe'dir diyor. "Türkiye'nin bugün, bütün riskleri göğüsleyerek, durduğu
nokta, Kabe'yi savunma noktasıdır. Kabe'nin koruyucusu Allah'tır. Kim bilir, belki bu
Türkiye'nin eliyle olacaktır!"(Yeni Şafak, İbrahim Karagül,
3.12. 2015)
Bütün
bu anlatımlardan sonra şunu yazabilirim; Diktatörlük yılarca
"başarılı" şekilde uyguladığı toplumu din temelinde bölerek
düşmanlaştırma faaliyetlerini bir ileri boyuta taşıyor. Toplumun Müslüman
inancını Tanrı ile kul arasından çıkarıp siyasallaştırarak İslam ideolojisi
boyutuna dönüştürüp Kürt ve Suriye savaşının aslında din savaşı olduğuna
inandırmaya çalışıyor.
3 Aralık.
2015
(Devam
edecek)
Comments
Post a Comment