Başkanlık İçin Diktatörün Yeni İkna Yöntemi
Yazının başında şunu ifade etmeliyim; Sınıfının
kavgasını en iyi veren bir diktatör ile karşı karşıyayız. Müslüman inancını
politikleştirip, İslam ideolojisi boyutuna taşıyarak kapitalizmin en has
savunucusu var karşımızda. Genel olarak burjuvazinin, özel olarak İslamcı
burjuvazinin çıkarları için, muhalifleri acımasızca yok etme politikası
uygulayan, toplumu bölüp, birbirine düşmanlaştıran ve sürekli savaş isteyen kinci
diktatör ile karşı karşıyayız.
Toplumlar ikna ve zor yöntemleri ile yönetilir.
Bütün yönetici sınıfların ilk tercihi ikna yöntemleridir. İkna edilmiş
toplumlarda "istikrar" vardır. Daha açık deyişle; Bütün toplumsal
sınıfların ezici çoğunluğu mevcut durumdan/durumundan memnundur, sistemin
devamlığında "huzur" bulduğuna inanmaktadır. Bu tür durumlarda
sınıflar arası çelişkiler en alt düzeydedir. Muhalif hareketler yok denilecek
kadar azdır. Düzenin sömürü çarkı "tıkır, tıkır" işlemektedir. Alan
memnun satan memnundur. Bazıları bu toplumlardaki çatışmasızlık haline bakarak
"dengeli toplum" demektedir. Bu tür toplumlar genellikle kapitalizmin
oldukça gelişmiş, toplumsal yaşamın kolaylaştığı, güvenin hakim olduğu kısmen
"refah" içindeki toplumlardır. İskandinav ülkeleri bu tanımlamaya
örnek olarak gösterilebilinir.
Kapitalizmin üretici güçlerinin yeterince
gelişmediği, üretimin yarısının kayıt dışı tarafından gerçekleştirildiği,
ülkemizde kayıt dışılık yüzde 60'tır, demokratik haklar ve özgürlüklerin
nispeten az, hatta kimilerinde yok denilecek düzeyde olduğu ülkelerde ikna
yöntemleri toplumsal "dengeyi" oluşturmakta yetersiz kalır. İktidarın
tüm toplumsal sınıflar üzerinde ideolojik hegemonya kuramadığı anlamına gelir. Zaman
zaman çatışmasızlık hali görülse bile, genel sürecin belirleyicisi değildir.
Çoğu kez ikna ve zor yöntemleri bazen biri öne çıkarak, bazen diğeri öne
çıkarak sistemin "selameti" için uygulanır.
İkna yöntemlerinin önde olduğu aşamalarda
toplumsal sınıflar arasında çatışmalar zayıftır. Toplumda genel anlamda bir
memnuniyet, yaşamından henüz yeterince tatmin olmuyor olsa bile geleceğine dair
umudu vardır. İktidar toplumdaki bu memnuniyeti ve umudu muhafaza ederek sömürü
çarkının sorunsuz dönmesini sağlar. İşte bu sürece bütün burjuvazi, onun
politikacılar ve akıl yürütücüleri "istikrar" der. Ancak bu
istikrarın genel süreci belirleyici olmadığını/olamayacağını hem göremezler,
hem de kabul etmekte oldukça zorlanırlar. Geçici olan "istikrar" bir
süre sonra bozulur. Bir yandan burjuvazi arasındaki iktidar ve çıkar kavgası,
diğer yandan burjuvazi ile işçiler arasındaki mücadele şiddetlenir. Genel
olarak söylersek yönetenler ile yönetilenler arasındaki çelişkiler derinleşerek
çatışma halini alır. İkna yöntemleri geri planda kalır, zor yöntem ve araçları
toplumu yönetmekte birincil tercih durumuna gelir. Bu duruma burjuvazi
"istikrarın" bozulması der. Bozulmadan genel olarak politikacıları
sorumlu tutar. Ülkeyi yönetmekte olan politikacıların dilinin sertliğine,
yöntemleri kullanma biçimine, israfa, muhalif burjuva partilerini hiçe saymaya
vs bağlar.
AKP'nin işbaşına gelmesi ile özellikle 12 Eylül
referandumuna kadar toplumu yönetme biçimi olarak ikna yöntem ve araçlarının ön
planda olduğu görülür. (Bunun nedenlerini/olgularını açıklamak bu yazının boyutunu
aşacak büyüklükte olduğu için geçiyorum)
İktidarı paylaşmakta olduğu İslamcı burjuvazinin
kendi iç kavgası, "laik seçkinci" burjuvazi ile olan iktidar
çatışması, Ortadoğu politikasıyla emperyalistler ile olan
"uyumsuzluğu" ile birleşince "istikrar" bozulur. 2015
Haziran seçimi arifesinde başlayan Kürt burjuva hareketi ile olan uzlaşmanın
çatışma hali alması bu "istikrarsızlığı" daha da artırır. Böylece
ikna yöntemleri geriye düşer, zor yöntem ve araçlar birincil olarak politik
mücadelede yerini alır.
Diktatör çaresizdir. Toplumsal sınıflar ve ezen
ile ezilen ulus arasındaki çelişkilerin derinleşmesi ile toplumu yönetmekte
zor, şiddet, terör uygulamaktan başka yöntemi kalmamıştır. Geçici
"istikrar/denge" bozulmuş ideolojik hegemonya zayıflamış ama sömürü
çarkı dönmeye devam etmektedir. Mahir Çayan'ı referans alan kimileri buna
"suni denge" demektedir.
Zor, şiddet, terör uygulayan diktatörlük asla
ikna yöntemlerinden vazgeçmez. Sadece birincil olmaktan çıkar, o kadar. Sürekli
ikna yöntemlerine devam eder, hatta yenilerini eklemekten kendini alıkoymaz.
Diktatörün amacı başkanlık sistemidir. Yeni
Osmanlıcılığın amacı tek adam yönetimidir. Bütün politikalar, bütün hesaplar,
bütün girilen ilişkiler başkanlık sistemine ulaşmak içindir.
Bugün 146/1'lik suç işlenerek, fiilen anayasa
çiğnenerek kısmen uygulanan başkanlık sisteminin kanunen kurumsallaşa bilmesi
için yeni bir anayasaya gereksinme vardır.
Diktatörlük bir yandan kendine bağlı meclis
çoğunluğunu har
ekete geçirerek, referanduma gitmeyi, diğer yandan da yeni
anayasanın toplum tarafından kabul görmesi için şimdiden faaliyete geçtiği
görülüyor.
Diktatör "Arama Konferansları"
yöntemini açıklıyor. Şimdiye kadar Türkiye'de hiç uygulanmamış ikna yöntemi
oluyor. Çok iyi bir şeymiş gibi görünen bu "Arama Konferansları"nın
aslında ideolojik saldırı, propaganda yöntemi olduğu anlaşılıyor.
"Telefon Diplomasisi" diye bir yöntem
olduğunu biliyoruz. Ama bu "eşitler" arasında olan ve birbirine
derdini anlatmaya dönük bir uygulama oluyor. "Arama Konferansları"nın
telefonu araç olarak kullanılıyor olması
sadece "Telefon Diplomasi"yle benzerliği oluşturuyor.
Her şeyden önce "Arama Konferansları"
eşitler arasında değil, bu bir. İkincisi; Telefon ile vatandaşı arayan
Diktatörün adamı/adamları ve o iktidar, aranan ise iktidardan yoksun vatandaş.
Üçüncüsü; Telefon ile arayan Diktatörün adamı/adamları yeni anayasanın ne kadar
güzel ve kurtuluş için, mutluluk için, refah için tek çare olduğunun
propagandasını yapacak. Sonrada vatandaşa "eee şimdi ne diyorsunuz?"
diye kibarca soracak. Zavallı vatandaş her şeyden önce devletin en tepe noktasından
arandığı için kendisine ne kadar önem verildiği yanılsaması ile görüşü
sorulmasına çocuklar gibi sevinerek tabii ki büyük olasılıkla beklenen yanıtı
verecektir.
Bu diktatörden korkulur, ama diktatörden
kurtulmak için her insanında korkuyu yenmesi gerekir. 04. Ocak 2016
Comments
Post a Comment