Kürt Politikasında Yeni Oyun

Hani derler ya “şeytanın aklına gelmez”. Evet, şeytanın aklına gelmeyecek birçok şey İslam Türk Diktatörlüğünün aklına geliyor. Hemen belirtelim, diktatörlüğün aklına gelen her şey şerdir.
Yazı,
öncekilere göre  biraz uzun olacak. Sabırla okunursa sanırım Kürt politikasının yeni sürümü netlik kazanacak.

Devam ediyorum.

Bundan beş yıl önce, “kavgada ilk yumruğu atan kazanır” mantığından hareketler, kılıcı ilk çeken olarak bodoslama Suriye savaşına girip heyecan ve coşkuyla Şam’da Emevi camisinde Sünni İslamcı çeteler ile namaz kılmaya yola çıkanlar, bugün şeytani uygulamalarının içindeler.

İnsanlar, Suriye savaşından kaçarak Türkiye’ye gelmeye başladıklarında iktidar hemen ortaya atılarak “200 bin mülteci kırmızı çizgimizdir” açıklamasını yaptı. Sonra mı ne oldu. Tükürdüğünü yaladı. Bırakın kırmızıyı, çizgi falan kalmadı. Şu anda ülkemizdeki Suriyeli sayısı 2 milyon 700 bin. Belki biraz eksik, belki biraz fazla.

Suriye somutunda iflas eden dış politika, en çok güvenli bölge talebinin geri çevrilmesi ile diktatörlüğü zorda bıraktı. Mevcut durumu kazanıma çevirmenin yolu bulundu: Suriyelilerin Avrupa’ya gidişleri teşvik edilecek.

Akın akın denizden, karadan Suriyeliler Avrupa sınır kapılarına dayandılar. Avrupa burjuva yönetimleri şaşkına döndüler. Ne yapacaklarını bilemediler. Hemen akıllarına bir zamanlar özellikle Kaddafi Libya'sında uyguladıkları yöntem geliverdi. Oldukça etkiliydi. Parayı verince iş hal oluyordu. Diktatörlüğün bu oyunu tuttu, kısmen istediklerine ulaştılar.

Bu arada bir parantez açarak içine şunları yazmak istiyorum; Peşin peşin söyleyeyim, kesinlikle sınırların kalkmasını istiyorum. İkincisi; Avrupa ve Birleşik Devletlere göçten yanayım, özellikle teşvik edilmesini istiyorum. İnsanlar neden gelişmiş ülke diye tanımlanan emperyalist ülkelere gitmek istiyorlar? Biliniyor, kendi ülkelerindeki yaşam, yaşam değil, emperyalist ülkelere kapağı atarak kurtulacaklarını sanıyorlar. Afrika, Asya, Ortadoğu ve Güney Amerika ülkeleri ekonomik olarak geri bıraktıran, onların her türlü zenginliklerini talan ederek yoksullaştıran emperyalist ülkeler değil mi? Göçün de, savaşın da sorumlusu onlar. Dünyanın geri bıraktırılmış ülkelerini sömürerek kendileri rahat, konforlu hayat yaşayacaklar. Olmaz böyle şey. İşte bu göçler onların konforunu tehdit ediyor. Evet, emperyalist ülkelere göçten yanayım ama diktatörlükle amaç ve hedefler açısından ayrılıyoruz. Diktatörlük, emperyalistlere isteklerini kabul ettirmekte Suriyelileri araç olarak kullanıyor. Oysa Suriyeliler insandır ve Avrupa ülkelerine gitmek haklarıdır. Ama diktatörlük insan olmaktan çıkarıp araçsallaştırmaktadır.

İktidarın kendisi de bütün medyada Suriyelilerden mülteciler diye söz ediyor. Birleşmiş Milletlerin mülteci tanımına göre Suriyeliler mültecidir ama devletin imzaladığı mülteci antlaşmasına göre mülteci değildir. Çünkü devlet imzaladığı mülteci antlaşmasında sadece Avrupa’dan Türkiye’ye gelenleri mülteci olarak kabul edeceğini belirtmiştir. Avrupa dışından gelenlerin hiç birini mülteci olarak değerlendirmemektedir.

Diktatörlük neden böyle davranmaktadır?

Mülteci kamplarının kuralları olduğu gibi, uluslar arası denetime açıktır. Ayrıca kampların yönetimini Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği adına hareket edenler ile paylaşmak ve işbirliği yapmak zorunludur. Bir anlamda kamplarda olup bitenler tüm dünya tarafından bilinir. Oysa Suriyelilerin yerleştirildiği kamplarda özellikle Suriye savaşının ilk yıllarında nelerin olup bitiği basına yansımıştır. Muhaliflerin lojistik alanlarına dönmüştür. Mülteci kamplarında bunu yapamazsınız.

İkincisi mülteci haklarıdır. Birleşmiş Milletler mülteci haklarını insani temelden hareket ile belirlemiştir. Mültecilerin hakları neredeyse o ülkede yaşayan insanlarla eşittir.

Diktatörlük, yasalarda tanımı olmamasına rağmen önceleri Suriyeliler için “misafir” demiştir, sonra da herkesten gizlenen 2014 yılındaki bir genelge ile “geçici koruma” demiştir. Bir türlü ne diyeceğini bilememiş en sonunda medya ile birlikte koro halinde “mülteci” demeye başlamışlardır.   

Mülteci tanımına göre Suriyeliler mültecidir ama devletin yasasına göre Suriyeliler mülteci değildir.

Şimdi geliyoruz Kürt Politikasının yeni sürümüne.

Osmanlı işgal ettiği topraklara genellikle Anadolu Alevilerini yerleştirir, onları mülk sahibi yapardı. Bu iskân ettirme Türkleştirme operasyonu anlamına geliyordu. İskân ettirilen Alevilerin eli kılıç tutanları Akıncıları oluştururdu. Osmanlı hanedanlığı Akıncıların komşu topraklarında yaşayanlara hücum etmesine, yağma ve talan yapmasına izin verirdi. Bu kıyağını da karşılıksız bırakmazdı. Köprü, yol, imarethane, cami yapımlarında angarya olarak Alevileri çalıştırırdı. Sık sık görülen kitlesel Alevi isyanlarının nedenlerinden birisi de bu angaryaydı.

1974 Kıbrıs savaşı sonrası benzer uygulamayı zamanın Ecevit koalisyon hükümeti de yaptı. Kıbrıs’ta işgal edilen topraklara Anadolu’dan gönüllüleri yerleştirdi. Bugün Kıbrıs’ın gerçek Türklerinin büyük bölümü özellikle İngiltere’ye göç etmişlerdir. Kıbrıs Türk nüfusunun, eğer yanılmıyorsam yüzde 60’a yakın bölümü göç ettirilmişlerden oluşmaktadır.

CHP’li Erdoğan Toprak bir rapor hazırlıyor “2019'daki üç seçime milyonu aşkın mültecinin, yeni seçmen olarak katılımı söz konusu olacak. Suriyelilerin vatandaşlığa kabulüyle, seçmen dengeleri değişecek. Bu yıl olası bir erken seçim ya da referandum durumunda, 29 Nisan 2011’den sonra giriş yapmış olanların vatandaşlığa kabulü halinde, asgari 400-500 bin, yeni ‘mülteci seçmen’ oy kullanabilecek” 

Bu nasıl oluyor?

Beş yıl ülkemizde oturan başka ülke vatandaşı T.C. vatandaşlığını hak  kazanıyor. Gerçi Bakanlar kurulunun onaylamasıyla hakkı kazanmış oluyor ama malum iktidar kazın geleceği yerden tavuğu esirgemiyor. Toprak’ın belirttiği AKP’nin şimdiden kazandığı oy miktarı. Bu Suriyeliler başka çok önemli işlev daha görüyor. Suriyeliler sadece Avrupa’ya baskı aracı olarak kullanılmıyor, ülke içinde de çok önemli illerde ikamet ettirilecekleri anlaşılıyor.
Erdoğan Toprak’ın raporundan aktarıyorum “Suriyeli mülteciler için AB fonları ve yerli kaynaklarla yapılacak yerleşim planlamalarında, ağırlıkla Doğu-Güneydoğu illerinde yerleştirilmeleri düşünülüyor. Buna gerekçe olarak, yaşam tarzı, kültür, dil vb. konularda, bu illerde daha kolay uyum sağlayabilecekleri öngörülüyor. Ancak, bu yerleşim planlamasının ardındaki asıl düşünce, bölge illerindeki Kürt nüfusun dengelenmesi, demografik yapının, Suriyeli, Iraklı, Arap mültecilerle, mevcut durumdan dönüştürülmesi. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, bölgedeki illerde TOKİ kanalıyla çok sayıda konut üretileceğini, yaygın bir yerleşim planlamasına gidileceğini açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Bir yılda Güneydoğu’yu yeniden inşa edeceğiz’ açıklaması da bu yönden dikkat çekici.”
Kürt sorununda yeni sürüm böylece ne olduğu anlaşılıyor.  Avrupa Birliğinden 6 milyar euro geliyor. Finansmanı da buldular. Bir yandan Kürtlerin “yuvasını” yaparlarken, bir yandan da Suriyelilerin “yuvasını” yapacaklar.

Kürt illerinin iskânlaştırılması Suriyeliler aracılığıyla olacağa benziyor. Sadece yerleştirme ve oy sorunu olarak kalmayacağı anlaşılıyor. Bu illere yerleştirilen Suriyeliler ile bölge insanı arasında ekonomik, sosyal ve siyasi çelişkilerin çatışmaya dönüşmesi olanağı bulunuyor.

Sonuç olarak diktatörlük Suriye savaşında istediğine ulaşamadı ama Suriyeliler ile dört kuş vurmayı başardı gibi görülüyor.

Avrupa Birliğinden isteklerinin bir kısmını aldı, ucuz işgücü kazandı, şimdilik 400 – 500 bin, 2019 seçimlerinde bir milyon oy garanti ve Kürt illerinin sosyolojik yapısını değiştirme şansını elde etti.


Bu kafa, şeytana pabucu ters giydirir mi giydirmez mi? (22. Mart. 2016)  

Comments