Terör Eylemi Üzerine Varsayımlar
Türkiye'de
neredeyse gelenek haline gelen komplo teorileri ile olayları açıklamak hiç de
gerçeği anlatmıyor. Özellikle iktidar her muhalif hareketi darbe diye
niteleyebiliyor. Sadece darbe nitelemesi ile kalmıyor, dış güçlerin iç
uzantıları demeyi de ihmal etmiyor. Böylece kitle desteğinin güçlü olduğu ve
"millici" duruş mesajını vermiş oluyor.
Geçmişte
darbeleri yaşamış olan toplum o dönemlerin hiç de iyi, güzel olmadığını bildiği
için darbecileri sevmiyor. Ülkesinin bağımsızlığına önem veren halk "dış
mihrak" veya "dış güçler" diye yaftalana tavır alıyor.
Diktatörlük,
toplumun bu iki duyarlılığı üzerine propagandasını süreklilik haline getirerek,
çevre, doğa, tarih kültür tahribatlarına karşı çıkanları, hak arayan işçileri,
yolsuzluklara tepki gösterenleri ve baskılara direnenleri halkın gözünde
itibarsızlaştırmış oluyor.
Bütün
diktatörlükler muhalif her tepkiyi komplo mantığı ile açıklamayı yöntem olarak
kullandıkları için toplum da her gelişmeye bu algı ile yaklaşıyor.
Bir olayı
anlayabilmek için onu tüm yönleri ile değerlendirmek gerekiyor.
Bazı
muhalif siyasi güçlerde tersten açıklama yaparak işin kolayına kaçıyor. Her
terör eyleminin arkasında devleti arıyor. Daha neyin ne olduğu anlaşılmadan
terör eylemi hemen "kontr-gerillaya" veya devletin diğer silahlı
güçlerine bağlanıyor.
Olan biteni
anlayabilmek için tüm süreci ve o süreçteki güçlerin duruşlarını, çatışmalarını,
kısa ve uzun vadeli amaçlarını yerli yerine oturtmak gerekiyor. İlle de belge
olması gerekmiyor. Zaten kitleleri hedef alan terör eylemlerinde bizlerin
belgelere ulaşması oldukça olanaksız ama biz bulgulardan ve siyasi
gelişmelerden hareketle Marksist yöntemimizle olan biteni anlayabilme
yeteneğine sahibiz.
İktidar
sahipleri bazen amaçlarına ulaşmak için ideolojik ve teknik donanım olarak
uygun örgütlerinin önünü açıcı davranışlar içinde olabiliyorlar. Geçmişte böyle
durumlar Türkiye'de yaşandı. Ancak bu ilişki aslında ilişkisizliktir. İktidar
sahiplerinin eylem yapacak örgüt ile hiç bir bilinçli ve organik ilişkisi
olmayabilir. Ama iktidar sahiplerinin elindeki güçlü istihbarat örgütü, hangi
örgütün nasıl davrandığını, ne tür eylemleri benimsediğini, nerelerde güçlü
olduğunu, hedeflerinin kimler ve hangi kurumlar olduğunu ana hatları ile
bilirler. Bu bilme iktidar sahipleri için avantajdır. Bilinen örgüt,
iktidarında beklentisi doğrultusunda bir eyleme kalkışıyorsa, o eylemin
gerçekleşmesi için kolaylaştırıcı oluyor. Daha açık deyişle iktidar, örgütün
eylem yapmasından siyasi kazanımlar elde edecekse göz yumuyor. Sonra elindeki
devası medya aracılığıyla yoğun propagandaya başlayarak amacına ulaşıyor.
Ankara 13
Mart terör eylemi böyledir diyemiyorum ama bazı sorular sorarak düşünmeden de
edemiyorum. Bu sorular komplo değil de daha çok kolaylaştırıcılık mı var acaba
şeklinde oluyor.
Yazıyı
uzatmamak için sadece iki siyasi olgu üzerinde durmak ile yetiniyorum
Birincisi; PKK'yi
tasfiye ediyoruz adı altında tankla, topla, tüfekle bir savaş yürütülüyor.
Devletin tepe noktasından yapılan açıklamalar sonuna kadar gidileceği şeklinde.
Sonuna kadar gitme ne demek oluyor? PKK'yi ya teslim alma ya da bu ülke
topraklarında eylem yapamaz duruma getirme. Dolayısıyla Kürt başkaldırısını
sessizleştirerek biat etmeyi sağlama.
İkincisi;
Suriye savaşı.
Yeni Osmanlıcılığın
dış politika iflası en net Suriye savaşında görüldü. Sadece politikanın çıkmazı
değil, aynı zamanda Yeni Osmanlıcılığın Ortadoğu coğrafyasında silahlı silahsız
bütün Sünni teşkilatlar ile olan ilişkisini de deşifre etti. Bu ilişkinin uluslararası
tekellerin asla vazgeçmeyeceği Ortadoğu enerji kaynakları, ticari geçiş
yolları, İsrail'in güvenliği ve huzurunu da riske eden olduğunu
emperyalistler çok geçmeden fark etti. Böylece Yeni Osmanlıcılık, yani İslam
Türk Diktatörlüğü Ortadoğu'da güvenilmez kabul edildi, bu yüzden her alanda
dıştalanmaya, yalnızlaştırılmaya ve hatta aşağılanmaya başlandı. Özellikle de
Suriye savaşının çözüm faaliyetlerinin dışına itildi.
Bu iki
olgunun birincisi ve önemlisi; İçeride PKK somutunda sürdürülen savaşın, dolayısı
ile Kürtleri biat ettirme politikaların daha da şiddetlenerek sürdürülmesinin
meşru zeminini sağlamlaştırmak oldukça önem kazanıyor. Zaman zaman uluslararası
gelen tepkilere karşı ve Türkiye toplumunun sınırsız desteğini almak için kitle
katliamını hedefleyen terör eylemi aranan mı oluyor?
İkincisi
olan Suriye savaşına ilişkin çözüm önerileri 14 Mart'ta yani Ankara terör
eyleminden bir gün sonra Cenevre'de yapılacak. Bu görüşmelerde masada Suriyeli
Kürtlerinde olup olmaması tartışma konusu. Bir yandan daha önce kararlaştırılan
ve uygulamaya konulan ateş kesin bazı ihlallere rağmen karşılığını bulmuş
olması 14 Mart Cenevre toplantısını daha da önemli yapıyor. Cenevre
görüşmelerinde somutlaşan Suriye savaşındaki gelişmeler Yeni Osmanlıcılığın
siyasi kaybı oluyor. Dolayısıyla siyaseten kaybetme Suriye'deki Kürt
kantonlarının varlığı ve birleşme olasılığı AKP için kitle desteğini yitirmesi
anlamına geliyor. Bu siyasi yenilginin giderek kötüleşen ekonomik durum ile
birleşmesi Yeni Osmanlıcılığın Yeni Fetihçi kanadının iktidardan düşmesi
tehlikesini taşıyor. Böyle bir aşamada diktatörlüğün tek seçeneği kalıyor:
Baskı ve zulmü artırmak. O zaman terör saldırısı buna zemin mi oluşturuyor?
13 Mart
terör eylemi bir yandan Kürt illerindeki sürdürülen silahlı biat ettirme
operasyonlarını dıştan gelen itirazlara karşı haklılığını gösterme, diğer
yandan Cenevre görüşmelerini dışına itilmeyi pozitife çevirmeye katkı oluyor mu
diye düşünmek gerekiyor.
Eğer bu iki
olguyu ve daha çok baskı, zulüm politikaları uygulama iktidar lehine
etkiliyorsa böyle bir eylem hazırlığı içinde olduğu istihbaratı alınan örgüte
kolaylaştırıcı olunmuş olabilir mi sorusu akla geliyor. Çünkü Birleşik Devletler
Elçilik sitesinde İngilizce olarak iki gün önce kendi vatandaşlarına Bahçelievler
semtinden, bakanlıkların bulunduğu bölgeden uzak durma uyarılarının yapıldığı
biliniyor. 13 Mart terör eylemi sonrası Birleşik Devletler Elçiliğinden yapılan
"bu istihbaratı Türk istihbaratına teyit ettirdiklerini ve ondan sonra
uyarıyı yaptıkları" açıklamasına bakılırsa Türkiye devletinin istihbarat
birimlerinin de böyle bir eylemin Ankara Bakanlıklar bölgesinde yapılacağı
bilgisi olduğu anlaşılıyor. O zaman bu terör eylemi ya devletin beceriksizliği
sonucunda ya da biraz önce yukarıda anlatmaya çalıştığım siyasi kazanım elde etmek
için engellenmemiş olabilir mi? Tabii ki mutlak böyledir demiyorum, ama bir de
bu soruları sormak gereğini düşünüyorum. Yani yazının başlığında belirttiğim
gibi bu da bir varsayım oluyor. (14 Mart 2016)
Comments
Post a Comment