Tarihle Söyleşiler ve Bitmeyen Yolculuk

12 Eylül öncesinin sınıf mücadelesinde yer alan siyasi hareketler 1975 – 1980 dönemini sağlıklı bir şekilde değerlendirmekten özenle kaçındılar. Yeterince bu dönem tartışılmadı. Bugünü anlamada yardımcı olacak geçmişin çözümlenmesi önemli ölçüde eksik kaldı.

Kim neydi, ne yapmıştı, yapılanların neresi doğru neresi yanlıştı yerli yerine konulmadı. O dönemin bu eksikliğini gidermek için bir grup iyi niyetli insan özverili çalışması sonucunda bugüne kadar Tarihle Söyleşiler ismiyle üç kitabı okurlar ile buluşturdu.

Bu üç kitabın ilk ikisi Devrimci Yol hareketinin önde gelenleriyle, üçüncü kitap ise alt kadrolarla yapılan söyleşilerden oluşuyor. Bu kişiler devrimci mücadeleye nasıl katıldıklarını, mücadele içerisinde nerede yer aldıklarını, Devrimci Yol’un örgütlenmesini, mücadele tarzını, yakalanmalarını, cezaevi süreçlerini ve sonrasını anlatıyorlar.

Her devrimcinin, sınıf mücadelesine önemli etki yapmış, kişileri, siyasi
hareketleri tanıması, bilmesi tarihsel bilincin oluşumu olarak önemlidir. Geçmişin eksik bilgisi bugünü anlamakta oldukça zorlanmaya neden oluyor.

12 Eylül öncesi sınıf mücadelesinde TKP ve Devrimci Yol kitleselliğe ulaşmış önemli siyasi hareketlerdi. Devrimci Yol daha çok gençlik içinde TKP ise işçi sınıfı içinde etkiliydi.

TKP’yi ve Devrimci Yol’u yerli yerine oturtmak ve çözümlemek o dönemin sınıf mücadelesinin hangi aşamada olduğunu ve 12 Eylül darbesinin solu ideolojik ve örgütsel olarak nasıl yendiğini anlamakta oldukça katkı sunuyor.

İster Devrimci Yolcu olsun, ister başka siyasi hareketten olsun, ister eleştirsin, ister olumlasın, kitlesel bir hareket olan Devrimci Yol’un sınıf mücadelesindeki etkisi gerçeğini değiştirmez. Bu gerçekliği anlamak, bilince çıkarmak bugünkü mücadeleye en güzel katkıdır.

Bu üç kitapta Devrimci Yol’un en önemli isimlerinden Oğuzhan Müftüoğlu’nun yer almadığınız görüyoruz. Oğuzhan Müftüoğlu’un Ayrıntı Yayınevinden çıkan başka bir söyleşi kitabı bulunuyor. Tarihle Söyleşiler’in birinci kitabı 2014 yılında yayınlanıyor ama Ali Başpınar ile ilk söyleşi 2005 yılında gerçekleşiyor. Oğuzhan Müftüoğlu’nun Adnan Bostancı ile yaptığı söyleşiden oluşan Bitmeyen Yolculuk isimli kitap 2011 yılında basılıyor. A. Bostancıoğlu’nun önsözünde yazdıklarından Müftüoğlu ile 2008 yılında söyleşiye başladıklarını ve 2010 yılında tamamlamış olduklarını öğreniyoruz. 

Bu farklığı şunun için belirtiyorum: Tarihle Söyleşiler kitabında yer almayan Müftüoğlu ile yer alanlar arasında bir sıkıntı olduğu anlaşılıyor, bu bir. Tarihle Söyleşiler kitaplarının Devrimci Yol’un merkez komitesinde yer alanların açıklamalarını içereceği bilgisi büyük olasılıkla Müftüoğlu’nun kulağına gidiyor, bu iki. Erken davranıp ön alma gibi bir durum ortaya çıkıyor. Belkide bazı olumsuz açıklamaların önünü kesmek için Bitmeyen Yolculuk kitabı raflarda yerini alıyor.  

Birinci kitap; Ali Başpınar, M. Ali Yılmaz, Melih Pekdemir ve Ali Alfatlı ile yapılan söyleşiden oluşuyor ve 2014 yılının Mayıs ayında yayınlanıyor.

İkinci kitap; Halil İbrahim Arı, Halil Yasin Ketenoğlu ve Sedat Kesim’in söyleşisinnden oluşuyor, Mayıs 2015’te yayınlanıyor.

Üçüncü kitapta alt kadrolar olan Ayşe Gülay Özdemir, Mehmet Kök, Beyhan Güngör Şıracı ve Ahmet İrfan Türkkolu ile yapılan söyleşiler yer alıyor ve 2016’nın Şubat ayında yayınlanıyor. Bu serinin devam edeceği anlaşılıyor, yani dördüncü kitapta gelebilir.

Bugün siyasi mücadeleye öncülük niyetinde olanların, bu kitaplardaki  
açıklamalarında oldukça sübjektif oldukları ve politik kaygılar taşıdıkları görülüyor. Böyle bir derdi olmayanların daha samimi oldukları fark ediliyor.

12 Mart sonrası oluşan hemen hemen bütün siyasi hareketlerin örgütleyicisi 68 devrimci hareketinde yer almış alt kadrolardı. İçlerinde hiç önder kadro yoktu, olamazdı da. Çünkü silahlı mücadele içinde yer almış bütün önder kadrolar ya çatışmalarda ya sorguda ya da idam sehpalarında katledilmişti.

Alt kadroların 68 devrimci hareketinin ideolojik ve pratik sorumluluğu yoktu. Hiç kimsede onları sorumlu tutmuyordu.

Devrimci hareketin örgütselliğinin yenilmiş olması bu alt kadroların yaşanan süreci sorgulamasını kolaylaştırdı. Özellikle silahlı mücadeleyi ve illegal örgütlenmeyi esas almış olan siyasi hareketleri 12 Mart sonrası yeniden oluşturanlar 12 Mart’ın bu alt kadroları oldu. Ama her biri şu veya bu oranda geçmiş devrimci hareketi sorguladı. Bu süreci Moskova, Pekin ve Tiran merkezlerde dış etken olarak etkiledi.

68 devrimci sürecinde hiçbir sorumluluğu olmayan alt kadrolar geçmişin devrim, örgüt ve mücadele biçimlerini kimi cepheden, kimi dolaylı yoldan eleştirerek tartıştılar. Bu tartışmalar aynı zamanda her siyasi grubun ideolojik-politik hattının oluşmasına doğru yol aldı. O aşamanın bu tartışmaları şüphesiz yaşanması gerekiyordu ve yaşandı.

THKP-C ideolojisini dogmatik yorumlayan küçük gruplar dışında Devrimci Yol, THKP-C’in ideolojik-politik-askeri kavramlarına sahip çıkarak yeni süreçte kendi kavramlarını üretip öngördüğü anti-faşist direniş mücadelesini örgütledi. 

12 Mart sonrası 1968 devrimci hareketi çok kolay, hatta acımasızca tartışıla bilindi. Bu tartışmalar örgütlenmeyi bekleyen, özellikle üniversite gençliğinin hızla ideoloji ile donatılmasını ve saflaşmasını sağladı.

12 Eylül sonrası “önder” kadrolar açısından durum farklıydı. 12 Eylül sonrası siyasi hareketlerin yönetici ve örgütleyicisi bir önceki dönemin alt kadroları değil, 12 Eylül darbe öncesinin “önder” ve yönetici kadrolarıydı. Bu yüzden tartışmanın şekli ve niteliği 12 Mart sonrasına göre oldukça değişikti.

Birçok siyasi hareket 12 Eylül öncesinin illegal örgütlenmesi ve silahlı mücadelesini terk ederek yasal partiler olarak örgütlendi.

Yasal alanda parti olarak örgütlenen bu siyasi gruplar geçmişin ciddi değerlendirmesini yapmaktan özenle kaçındılar, sürekli eveleyip gevelediler.

12 Eylül öncesinin evrim-devrimin iç içeliği, öncü savaşı, suni denge, gerilla savaşı, halk savaşı, işçi-köylü ayaklanması gibi kavramları kullanmaktan özenle kaçındılar ve bu kavramları neden terk ettiklerini açıklama gereği bile duymadılar.

12 Eylül öncesinin “önder” ve yöneticileri, yeni ideolojilerini açıklamakta çok zorlandılar. Sovyet sisteminin dağılmasından, 12 Eylül darbesinin solu ezmesinden, liberalizmden, etnik sorundan, inançların öne çıkarılmasından ve insanların bencilleşmesinden söz ederek kurtulmaya çalıştılar.

Hem geçmiş değerlendirilmesinden, hem de yeni ideolojilerini açıklamaktan kendilerini alı koydular, çünkü 12 Eylül devrimci sürecinin sorumlusuydular. Geçmişin muhasebesinin faturasının kendilerine çıkacağını domuz gibi biliyorlardı. Bu yüzden sessizce geçiştirip unutturmak yolunu seçtiler. Böylece “önder” ve yönetici şef olma makamı kaybedilmedi ama tarih unutturuldu. İşte sözünü ettiğim Tarihle Söyleşiler kitapları bu yüzden daha da önem kazanıyor. (26 Nisan 2016, devam edecek)      

Comments