Güce Tapan Erdoğan'dan
Teslimiyeti Zafere Dönüştürme Politikası -1-
"Hasta Adam Osmanlıdan Erdoğan
Diktatörlüğüne" başlıklı 19 Ocak 2015 tarihli yazımı
okuyanlar bilirler. Yazı "Tarih melodrama yer vermez. Amaca ulaşmak için,
trajedi ile sonuçlanan politikalar yeniden uygulandığında komedi yaşanır. Biz
ustalarımızdan böyle öğrendik ve hayat her zaman ustalarımızı haklı çıkardı.
İkincisi
liderler için komedi olurken, hiçbir sucu ve çıkarı olmayan emekçiler için ne
yazık ki dram olur.
Bütün diktatörler yalanlarla,
aldatmalarla peşine taktıkları emekçi kitlelere yıkım, kırım, gözyaşı ve acı
içinde bırakarak kaçarlar. Bazen de egemen sınıflar arasındaki bu çatışmada
uzlaşarak, ama halkını satarak, kendi canını ve konforunu kurtarırlar" diye başlıyordu.
Sonra Osmanlı'nın elden ayaktan düşmüş durumu
anlatılıyor ve emperyalistlerin nasıl faydalandığına dikkat çekerek İslam Türk
Diktatörlüğü ile paralellik kuruluyor ve şöyle sonuçlanıyordu; "Hasta olan İslam Türk Diktatörlüğü Rusya’nın
uyguladığı politikalar ile oldukça korkmuş kendisini koruyacak bir güç
arayışına girmiştir. Her zaman olduğu gibi başta Birleşik Devletler
emperyalizmi olmak üzere diğer emperyalist güçler Erdoğan/Davutoğlu savaş
kliğine sahip çıkmıştır. İsteklerini tek tek yaptırmaya başlamışlardır.
İncirlik Askeri Üssü her emperyalist devletin kullanımına sınırsız açılmış,
ülke topraklarına her türlü füze yerleştirilmesine evet denmiş, silahlı şeriat
çetelerin rahatlıkla girip-çıktığı her türlü malı getirip götürdüğü 98
kilometrelik sınırı kapatmayı kabul etmiş, Suriyeli sığınmacıları ülkemiz
topraklarında 3 milyar Uero’ya kamplarda tutmaya evet demiş, Irak’tanda yavaş
yavaş askerini çekmek zorunda kalmış, Sünni İslam Koalisyonunda yağıp-gürlediği
darbeci Sisi’nin Mısır’ıyla bir araya gelmiş ama en büyük bomba İsrail ile
anlaşmak zorunda kalmak ile olmuştur.
Erdoğan/Davutoğlu
savaş kliği komediye dönüşmüştür ama dramı yaşamakta emekçilere
düşmüştür." (Bu yazıdan sonra da siber saldırıya uğradığımı belirtmek isterim)
Gerek kitaplarımda, gerekse de Politik Defter'de yazdığım yazılarda yapmış olduğum çözümlemeler ve olasılıklara
ilişkin değerlendirmeler yaşadığımız süreç içerisinde doğrulanmış ve
doğrulanmaya devam edecektir.
Bir çok liberal, bir kısım solcular ve hatta
bazı Marksistler AKP'yi çok farklı değerlendirip reformist bir yere koyarak
umutlarının gerçekleşeceği beklentisini yaşarlarken "Yeni Osmanlıcılık" kavramını ortaya atarak bu
politikanın savaş politikası olduğuna bir çok yazımda ve sonrada 2013 Mart'ta
yayınlanan Yeni Osmanlıcılık Savaş ve
Yeni Fetih Politikası kitabımda çok daha ayrıntılı açıkladım. 2015 Nisan'ın
da yayınlanan Yeni Türkiye; İslam Türk
Diktatörlüğü kitabımda da Diktatörlüğün özelliğini, sınıfsal yapısını ve
Erdoğan'ın ideolojisini Erdoğan'ın kendi yazdıkları ve konuşmalarını referans
alarak felaketin gelmekte olduğunu ortaya koydum.
Suriye savaşının başında diktatörlüğün IŞİD ile
olan ilişkisini içeren yazılar yazdığımda bazıları inanamadı, ama hayat
doğruladı.
Bu belirtmeleri diktatörlüğün çok sıkıştığı,
önünde iki yolun kaldığı, ama bu iki yolu çeşitlendirmek istekli politik
taktikleri, bazılarının, sadece PKK'nin emperyalistlerle olan ilişkisine
duyduğu tepkiden dolayı "milli çizgiye gelmek" olarak yorumlayarak
sevinç içinde oluşlarından yapıyorum. Bir emperyalist gücün ilişkilerinden
rahatsız olup başka bir emperyalist güçle "arayı düzelten"
diktatörlüğün ilişkilerini "millici çizgiye gelmek" olarak
değerlendirmeyi anlamakta zorlanmıyorum.
I. ve II. AKP hükümetlerine sınırsız destek
olmuş liberaller, bazı solcular ile bugün diktatörlüğü "millici çizgiye
geldi" diye değerlendirenlerin ve "yetmez ama evet"çilerin
AKP'yi ve diktatörlüğü yanlış değerlendirmelerinin nedeni işçi ve emekçi
sınıflarının kurtuluş yolunu gösteren Marksist Yöntemden yoksun olmalarıdır.
Diktatörlük 2016 yılına kadar siyasal tecridini,
emperyalistlerin güvenilmez diyerek üstünü çizmesine karşın içeride
"millicilik" propagandası ile kitlesel desteğini korudu.
"Büyüyen ve boyun eğmeyen Türkiye'nin önünü kesme komploları bunlar"
diyerek, oldukça da kazançlı politikalar yaptı. Ancak dört önemli gelişme
diktatörlüğü elaman dilemek ve ben yaptım sen yapma demek zorunda bıraktı.
Bu arada şunu da yazma gereğini duyuyorum; bazı
solcular, ülkemizin -en genel anlamda söylersem- emperyalizme bağımlılığını çok
abartarak iktidarların, hükümetlerin emperyalistler tarafından istediğinde
değiştirildiğine inanmaktadırlar. Bu solcular Yeni Sömürge kavramının ne zaman
ve hangi ülkeler için kullanılmaya başlandığını ne yazık ki unutuyorlar. Bağımlılık
ilişkileri içinde de olsa genel anlamda oldukça gelişmiş olan ve yurt dışında
bir çok yatırımları bulunan Türkiye'nin emperyalizme mutlak bağımlılık ilişkisi
içinde değerlendirmesi yanlış çözümlemelere neden oluyor. Şüphesiz geçmişte
Güney Vietnam ve bugün Afganistan'da
olduğu gibi emperyalizm istediğini yönetime getirir, istediğini götürür.
Ancak Türkiye bu ülkelerden oldukça farklılıklar içeriyor. Emperyalistler öyle
canı istedikleri zaman birini getirip birini götüremiyorlar. Her şeyden önce
Türkiye'nin iç dinamikleri belirleyici oluyor. Ama buradan da emperyalistlerin
darbelerde, örneğin son Ecevit koalisyon hükümetinin düşürülmesinde parmağı
yoktur sonucunu da çıkarmamak gerekiyor. Erdoğan diktasına gelince, emperyalistler
ile işbirliği sürecinde sinsice Türkiye'yi Ortadoğu'nun ve Kafkasların silahlı/silahsız
bütün Sünni örgütlerin merkezi yaptı. Arap Baharı ayaklanmaları ile Erdoğan
Yeni Osmanlıcılık ideolojisi gereği kendi özgün politikalarını hayata
geçirerek, Ortadoğu'nun lideri olacağı hayali ile uyguladığı politikalar
emperyalistlerin çıkarları ile çelişmeye başladı. Bu çıkar kavgasından kazançlı
çıkacağı umudu ile kendi "bağımsız" politikalarını uygulamaya koydu.
Cemaat ile iktidar kavgası ve Kürt sorununda emperyalistlerin tavırları
generaller ile ortak paydada buluşmasına neden oldu. Özetle söylersem Erdoğan,
Yeni Osmanlı hayalleri ile bağımsız olma niyetini "milli ve yerli"
ajitatif propagandası ile kitlelerde zaten var olan ulusalcı-bağımsızlıkçı
duyguları harekete geçirerek var olan kitle desteğini şimdilik koruyor.
Böylesine uzunca ara paragraftan sonra dört
önemli nedenin açıklanmasını ikinci bölüme bırakıyorum. (28 Haziran 2016, Devam
edecek)
Comments
Post a Comment