Cunta Erdoğan'ı Kurtardı
Kazandığını sanan
halk,
en çok kendisinin
kaybettiğini
iş işten geçtikten
sonra öğrenir
Darbe mi,
cunta mı? Sanırım bu ayrımı yapma zamanı geldi.
Cunta
(junta) sözcüğü Latince kökten İspanyolca olarak türetilmiş, dilimize oradan
gelmiştir. Tanım olarak bir grubun yönetime el koymasıdır. Yönetime el koymak
demek iktidar oldu veya devleti ele geçirdi anlamına gelmez.
Her şeyin
bir oluş ve sonuç süreci vardır.
Yönetime el
koymak bir oluştur ama henüz daha süreç sonuçlanmamıştır. Oluşla sonuç süreci
arasında gecen zaman belirsizliği içerir, ne olup bittiği devletin bazı
kurumlarının her iki kesim arasında gidip-geldiği, el değiştirdiği henüz daha
mutlak hakimiyetin sağlanmadığı bir aşamadır. Bir grubun/komitenin yönetime el
koyduğunu açıkladığı süreç darbenin başlangıç aşamasıdır. Burada en fazla
yapılan yanlışlık, hileli veya hilesiz seçimle işbaşına gelmiş olanların
silahlı bir grup/komite tarafından uzaklaştırılması şeklinde değerlendirilmesidir.
Doğru gibi görünen bu tanım eksiktir. Her eksikte yanlışı içinde barındırır. Çünkü
cuntalar, darbeyi sadece hileli veya hilesiz seçimle işbaşına gelmiş olan
hükümetlere karşı yapmazlar. Seçimsiz, darbe yoluyla işbaşında olanlara veya
monarşi yönetimlerine karşı da yapılır. Ayrıca seçimle işbaşına gelen her
hükümette meşru değildir. O sadece mevcut anayasal işlerlik içinde işbaşına
gelmiş yasal bir hükümettir o kadar. Onun meşru olup olmaması seçilmesinin
ötesinde toplumsal gelişme/değişme, yaratılan zenginliğin paylaşımı gibi açılardan
da değerlendirilmesi gerekir. Neyse uzatmadan "meşru" kavramının da
dini içerikli olduğunu belirterek esas konumuza dönelim.
Cunta
genellikle silahlı bir grup/komitedir. Kendi planı çerçevesinde düğmeye basarak
bazı kurumları işgal ederek tüm yönetime el koyduğunu bildiriyle halka duyurur
ve uyulması gerekenleri açıklar. Sürecin başlangıcı genellikle böyle olur.
Darbe başlamıştır ama henüz daha sonuçlanmamıştır. Örneğin 12 Eylül askeri
cuntası Cuma sabahının erken saatlerinde ele geçirdiği TRT'den tüm halka
bildirisini okumuş ve 3 gün sokağa çıkma yasağı ilan etmiştir. İşte bu 3 günlük
süre askeri cuntanın devlete tam anlamıyla hakim olup olmadığı testidir. Bir
yanı da toplumsal bir başkaldırının, direnişlerin "ikili iktidar"
şekline dönüşme kaygısının önlemidir. Emperyalistlerin ve ülkemiz tekelci
burjuvazisinin aktif desteğini alan, toplumun büyük çoğunluğu tarafından
onaylanan askeri cunta çok kısa sürede devlete mutlak hakim olarak darbe
sürecini tamamlamıştır. Demek istemem şu ki; cunta yönetime el koyduğunu
açıkladıktan sonra devlete mutlak hakim olduğunda darbe gerçekleşmiş olur.
Özetle
darbe bir süreçtir, cunta ise komite veya konsey adı altında örgütlenmiş
silahlı gruptur.
15 Temmuz
2016 bir cunta hareketidir ve cunta hareketi olarak kalmış darbe
gerçekleşmemiştir.
Bu iki
iktidar kliği arasındaki çelişkileri, devleti ele geçirme kavgasının
nedenlerini daha önce Politik Defter'de
yer alan yazılarımda ve Yeni Türkiye;
İslam Türk Diktatörlüğü kitabımda yazdım. Cemaat örgütlenmesinin
kaybedeceği, özellikle Erdoğan-Genelkurmay ittifakının gerçekleşmesi ve
Kürtlere karşı başlatılan savaş ile anlaşılmıştı. Bürokraside, poliste Cemaatçi
kadrolar önemli ölçüde temizlenmiş ama ordu içindeki kadrolar varlıklarını
koruyorlardı. Temmuz ayı başından basına cemaatçi yapıyı provokede etmek veya
kamuoyu oluşturmak için sızdırılan ordu içindeki cemaatin tasfiye edilip yargı süreci
başlatılacağı haberleri cuntacıların planlarını erkene çekmesine neden oldu.
Gazeteci
Ahmet Şık'ın da belirttiği gibi ordu içindeki cuntacılar teknik takipteydi.
Büyük olasılıkla cuntacılarda takip edildiklerini biliyorlardı. Çünkü her iki
tarafta da kimin kim olduğu biliniyor. Dolayısıyla her iki tarafında birbirini
takip etmesi çok normal. Erdoğan-Genelkurmay ittifakı erken davranıp tasfiye
etme ve yargılama niyetini açığa vurunca Temmuz ayı sonuna doğru düşünülen
darbe erken doğum yaptı. Ancak bu bir eli, bir ayağı ve aklı olmayan sakat
doğumdu. Öyle sanıyorum ki, cunta örgütlenmesi ikiye ayrıldı. Bir kısmı
harekete geçme zamanının geldiğini, bir kısmının ise buna karşı çıktığı
şeklinde. Cemaatçi bilinen bazı üst düzey komutanların hiç hareket etmemesi,
bir çok devlet kurumunun ele geçirilmeyi bırakın teşebbüs bile edilmemiş
olması, hiç bir hükümet üyesinin gözaltına alınmaması ve en önemlisi de Gölbaşı
Ankara'da bulunan 800 civarında TV ve radyo data yayınını, internet bağlantısı
gibi hizmetleri sunan Türksat'a hiç gidilmemesi cuntacı kadronun
yetersizliğinden değil cuntacıların bir kısmının zamanı gelmediği için darbe
eylemine katılmamış olmasındandır.
Harekete
geçme kararında olan cuntanın bir kısmı Genelkurmay karargahını ele geçirme,
kuvvet komutanlarını teslim alma ve özellikle de hava kuvvetlerindeki güçlerine
güvenerek darbeyi başlatmışlardır. Büyük olasılıkla hazırladıkları bildiriyi
zorla Genelkurmay başkanına imzalatarak TRT ekranlarından yayınlatmayı
düşünüyorlardı. Böylece diğer kuvvet komutanları da ikna edilmiş ve neredeyse
ordunun tamamı harekete geçirilmiş olacaktı.
İkinci ve
önemli beklentileri halkın darbeye destek vereceği umutlarıydı. Çünkü özellikle
dış politikada Rusya'dan özür dileme, İsrail ile antlaşma -ki bu bir kısım
dincileri çok rahatsız etmişti- A. Davutoğlu'nun tasfiyesi, A. Gül ve B. Arınç
gibilerinin etkilediği kesimlerin Erdoğan ile olan kavgaları, Kürtler ile
savaşta verilen asker-polis kayıpları, Şeriatçı örgütlerin yaptığı kitle
katliamı eylemleri, hak-hukuk tanımayan uygulamalar, hatta ekonominin eskiye
oranla kötüleşmesi kitlelerde Erdoğan'dan kurtulma beklentisinin darbeye destek
verecekleri umutlarını oluşturuyordu.
Herkesi en
fazla yanıltan, bir anlamda komplo teorileri üretmesine neden olan Cuntacıların
saat 22.00 darbeyi başlatmış olması.
En fazla
taraf bulan; cuntacılar orgeneral Dündar'a 16 Temmuz sabahının erken
saatlerinde harekete geçeceklerini ve kendilerine katılmasını istiyorlar. Dündar
teklifi getirenlere katılmayacağını mı söylüyor, bilinmiyor. Ama I. Ordu
Komutanı Orgeneral Ümit Dündar darbeyi Erdoğan'a iletiyor. Erdoğan'ın
cuntacıların faaliyetlerinden saat 15.'te bilgisi oluyor. Erdoğan'a darbe
bilgisi 15'te ulaşırken, Genelkurmay başkanı Akar'a 17'de ulaşıyor. Bunlar her
ne kadar teknik boyut ise de bütün istihbaratın gittiği yerin diğer gücün
üzerindeki hakimiyetini gösterdiği için önem kazanıyor.
Cuntacılar
kaybetti. Erdoğan kazandı. Ama esas kaybeden halk oldu.
Kaybedenler
yazının ikinci bölümünü oluşturuyor. (18 Temmuz 2016)
Comments
Post a Comment