Cunta Erdoğan'ı Kurtardı, Kim/Kimler
Kaybetti.
Kaybedenlere
geçmeden önce Birleşik Devlet ile Türk devleti arasında karşılıklı
"atışmaya" değinmek isterim. Bu, İslam Türk Diktatörlüğünü anlamada
yardımcı olurken aynı zamanda Birleşik Devletler emperyalizmi ile diktatörlüğün
ilişkisinin de hangi düzeyde olduğunu gösteriyor.
Bu paragrafın
başına hemen şunu yazıyorum; Bir; sınıflı toplumlardaki iktidar çatışmaları
komplo teorileri ile açıklanamaz. İki; film veya tiyatro oyunu kurgusu mantığı
ile de değerlendirilemez. Üç; bu çok önemli, bizim gibi ülke yöneticilerini "emperyalistler
istedikleri zaman işbaşına getirir, istedikleri zaman götürür" anlayışı,
tamamen dış faktör olan, bu mantık ile hiç ama hiç açıklanamaz. Bu tarz
diyalektiğin kendisine aykırıdır. Stalin'in o incecik Diyalektik ve Tarihi
Materyalizm broşürü bile bunu ret eder.
Tabii ki emperyalistler istediklerini işbaşına getirmek, istemediğini
alaşağı etmek için her türlü yöntemi kullanacaklardır. Ancak toplumsal yapının
iç çelişkileri buna uygun olması gerekirken, aynı zamanda iç dinamik sürecin
belirleyicisidir. Bu paragrafın başına yazacaklarım bu kadar.
Devam
ediyoruz.
Cuntacılar
kesinlikle Birleşik Devletler yanlısı Gülen'in seküler İslam ideolojisi
etrafında toplanmış bir ekip. Ancak cuntacılar emperyalistlerden hareket etme
"emri", "izni" veya "işareti" aldıkları için
darbeyi başlatmadılar. Cuntacılar emperyalist güçlerin Erdoğan'dan kurtulmak
istediklerini biliyorlardı ve kendilerinin başarılı olmasını istiyorlardı. Eğer
başarılı olsalardı sınırsız destek alacaklarından da emindiler. Nitekim
cuntacıların darbeyi başlattıkları ilk saatlerde Birleşik Devletlerden yapılan açıklama
"Obama olayları yakından takip
ediyor" şeklindeydi. Yani emperyalistler cuntacıların bu aşamada
başarılı olamayacaklarını en azından tahmin ediyorlardı ama yine de kısa bir
süre beklemeyi seçerek, çok zayıf bir olasılıkla "belki" başarılar
düşüncesinden "olaylar takip ediliyor" ve "Obama bilgi
alıyor" açıklaması geliyordu. Ne
zaman ki cuntacılar inisiyatifi kaybetmeye başladılar o zaman Obama'dan "Türkiye'de seçilmiş hükümeti
destekliyoruz" açıklaması geldi. Hemen ardından da Avrupa Birliği
benzer bir açıklama yaptı.
Erdoğan buna karşılık iki hamle
yaptı. Birincisi İncirlik Üssü'nün elektriklerini keserek uçuşlara kapattı.
Birleşik Devletlerin tepkisi sert oldu. Obama hemen Güvenlik Konseyini
toplantıya çağırdı. Kısa süre sonra durumun kötüye gideceğini anlayan
diktatörlük bir anlamda "mesaj verilmiştir" diyerek keyifli bir
şekilde Üssü uçuşlara açtı. İkinci hamle ertesi günü Erdoğan CNN International'ın sorularını
yanıtlarken "ABD, Gülen'i iade etmezse biz de ABD'ye istedikleri
kişileri vermeyiz!" diyordu.
Erdoğan, Birleşik Devletler
yanlısı cuntayı yenmiş olmanın özgüveni ile Amerika'ya ufaktan "celallenmeyi"
ihmal etmiyordu. Bu "celallenme" aynı zamanda içeriye, yani
bağımsızlık konusunda hassas olan halka da mesaj oluyordu.
Kazanan kesinlikle Erdoğan'dır.
Çoktandır istediği top yekun tasfiye için eline çok büyük koz geçti ve "bu
vesileyle hepsini temizleyeceğiz" açıklamasıyla devlettin tüm birimlerinde
çok büyük operasyon başlattı.
Devlet "Fetöcü" denilen
muhaliflerden arındırılırken güç tek elde, tek merkezde yani Erdoğan'da
toplanmaya başladı. Ancak tüm diktatörlerin tek elde bütün gücü toplamaları çok
güçlendiği şeklinde görülen süreç aslında zayıfladığını da içinde taşır. Çünkü daha
önce iktidarı paylaştığı güçler tasfiye edilirken, tasfiye edenler yeniden
iktidardan pay almak mücadelesinden vazgeçmezler. Böylece daha önce iktidardan
pay vererek yedeklediği güçleri karşı cepheye iter. Bu aslında kendi sonunu
hazırlamak anlamına gelir.
Kazananlardan biri polis
örgütüdür.
Polis örgütü tarihinin hiç bir
aşamasında orduya karşı üstünlük elde edememiş, ordunun her hamlesinde onun
etkinliğinde kalarak istemlerin uygulayıcısı pozisyonuna düşmüştür. Cuntanın 15
Temmuz darbe girişiminde ordudan esas olarak büyük bir tepki gelmemiş,
cuntacıların karşısına polis en etkin güç olarak çıkmıştır. Böylece poliste
başarmış olmanın büyük bir morali, kendine olan özgüvenini en yüksek aşamaya
çıkarmıştır.
Polis cuntacıların somutunda
askeri yenmiş olmanın keyfiyle eziyet, aşağılama, küçük düşürme muamelesini
bilerek yapmıştır. İslam Türk diktatörlüğünden memnun olmayan onun değişmesini
isteyen tüm askere bir mesajdır; itiat etmezseniz, başkumandanıza karşı
gelirseniz sonunuz bu olur. Ancak bu tarzın diktatörlük açısından iki sakıncası
bulunmaktadır, belki de zafer sarhoşluğu ile bunu hiç akıl edememişlerdir.
Birincisi; Genel anlamda askerin moralini bozar ve savaşırken her şeyin
anlamsız olduğunu düşünür. Böylece bir isteksizlik oluşur. Savaşan veya çatışan
asker için en büyük motivasyon eksikliğine neden olur. İkincisi; Bizim gibi
toplumlarda asker kasttır, yani toplumdan kendini gelenekleri, görenekleri,
ahlakı, bilgisi, yetenekleri ile farklı bir yere koyar. Genel anlamda bir asker
kimliği vardır. Bu kimliğe yönelen her türlü kötülük karşısında
"silahdaşına" yapılmış olanı kendisine yapılmış sayar ve yapana karşı
tepki duyar. İşte bu nedenlerden dolayı diktatörlük ile ordu arasında tamiri
oldukça zor kırılmalar oluşmuştur. Belki de bu yüzden Numan Kurtulmuş 18
Temmuz'daki TRT canlı yayınında "ordudaki tahribat beş on yılda giderilebilir" demiştir. Şimdiden yazıyorum, darbe olasılığı hiç bir zaman ortadan
kalkmayacağından, ileride olası bir başarılı darbede bugün kendisini
aşağılayan, küçük düşüren ve ezenlerden çok acı bir şekilde intikamını
alacaktır. Ama "oh iyi oldu" demeyeceğiz yine de, bugün olduğu gibi,
karşı çıkacağız.
Kazananlardan biri de Devlet
Bahçeli'dir. MHP'li muhaliflerin Bahçeliyi devirme süreci zaafa uğramıştır.
Diğer kazanan, cuntaların
istemedikleri bir şey olmasına rağmen, Kürt hareketidir. Çünkü, Kürtler ile
savaşan ordu eski gücünü ve moral motivasyonunu azımsanmayacak ölçüde
kaybetmiştir. Darbe sonrası PKK'nin "eylemsizlik hali" tamamen
siyasidir. Öyle sanıyorum ki yakında hiç istemediğimiz ve bizi çok üzen
eylemlere tanıklık edeceğiz.
Arabeskçe "eğer bu kaderi
sen yazdıysan boz" diyesi geliyor insanın.
Kaybedenlerin başında işçiler ve
emekçiler gelmektedir. Henüz daha işçiler ve emekçiler neyi ne kadar
kaybettiklerinin farkında değildirler. Yaşayarak öğrenmeleri zaman alacaktır.
Sosyalist hareket, her ne kadar
marjinal düzeyde olsa da, öngörüsüzlüğünden, neyi nasıl yapacağını bilmemekten,
seyirci olmaktan öteye geçememekten daha da etkisiz duruma düşmüştür. Oysa
böyle aşamalar mücadeleyi büyütmek, geliştirmek ve bir çok haklar kazanmak için
çok önemli aşamalardır. Sokaklar, meydanlar cami merkezli kışkırtmalar ile
gerici işgale dönüşürken, adeta çok yetersiz olan demokratik hakların bile
kaldırılması şekline alan cuntacı karşıtı gösterilerde hiç bir şey yapamayıp
çaresizlik içinde kıvranır duruma düşmüştür.
Diyeceksiniz ki ne yapılmalıydı?
Sosyalist örgüt veya yapıların işçi
sınıf içinde yeterli güçte etkinliği olsaydı ilk yapılacak iş haberleşme,
ulaşım ve üretimi durdurarak darbeye en büyük tepkiyi vermek ve diktatörlüğü
dolaylı hedefine alan demokratik, sosyal, ekonomik talepleri şiar edinerek
diktatörlüğün feleğini şaşırtmaktı. Ancak gerçek durum ne yazık ki,yıllarca
izlenen politikalar ve taktikler sonucunda işçi ve emekçi kitleler içinde çok
etkisiz kalınmış olduğundan böyle bir eylemliklerin örgütlenmesi olanaklı
değildi. Buna rağmen sosyalist örgüt ve yapıların en azından milyonlarca bildiriler,
afişler, değişik toplantılar yaparak darbe ve diktatörlük teşhir edilir, gerçek
durum uygun dil ve görseller kullanarak açıklanır, halkın üzerinde İslam Türk
ideolojisinin hegemonyasını artırması, etkisi altına alması engellenebilirdi.
Bugüne kadar bununda yapılabilir olmasına rağmen yapılmamış olması sosyalist
örgüt ve yapıların hala daha süreci ve gelmekte olan tehlikenin büyüklüğünü
kavrayamamış olduğunu gösteriyor.
İkinci kaybeden CHP'dir. Darbeye
yarım ağız ve çok pasif karşı çıkan CHP savunduğu ilkelerin adım adım ortadan
kaldırma sürecinin hızlanmasında çok ama çok etkisiz kalmanın faturasını
önümüzdeki günlerde yaşayarak öğrenecektir. CHP en azından büyükşehirler
başta olmak üzere derhal, süratle mitingler yaparak darbeye tepkisini ve savunduğu
ilkelerden olan "laik, demokratik, hukuk devleti" şiarından hareketle
"Atatürkçü, laik" diye bilinen başta generallerin uydurma senaryolar
ile tasfiye edenin, darbecileri tüm devlet kadrolarına yerleştirenin AKP
olduğunu ve bu darbenin esas sorumlusunun "ne istediler de vermedik" diyen Erdoğan olduğunu tüm halka anlatmalıydı.
Aslında tüm bunları yapmak için
hala vakit var, ama çok az bir zaman kaldı, "çeyrek saat"te girmiş
bulunuyoruz. Bu "çeyrek saat"te yapılması gerekenler yapılmazsa,
"Tanrı hepimizi korusun!!!"
Yeni Osmanlıcılığın ideologu olan
Ahmet Davutoğlu her ne kadar Başbakanlıktan düşürüldü ise de bu ideoloji
iktidarın ideolojisi olmaya devam ediyor. Rusya'dan özür dilemeler, İsrail ile
barışmak, Esat ile araya düzeltme çabaları eski Osmanlı sınırlarında yeni fetih
ve savaş politikalarından vazgeçildiği anlamına gelmez. Diktatörlüğün
"tükürdüğünü yalama" politikası aslında bir taktik geri çekilmedir.
Bu bir anlamda güç toplama, cepheyi tahkim politikasıdır.
Ekonomin askerleştirilmesi, nükleer
santrallerde ısrar, bu politikanın devam ettiğinin en büyük kanıtıdır.
Yeni fetih ve savaş politikası
kesinlikle militan kitleye gereksinim duyar. 13 yıldır yapmak istediklerinin en
güzel fırsatını cuntacılar vermiştir. Cami merkezli gerici kitle hareketi
giderek militanlaşmaktadır.
İslam Türk ideolojisinin
hegemonyası altındaki kitleler sürekli sokak gösterileri ve meydanları işgal
ederek hem kendi özgüvenlerini geliştiriyorlar, hem de bu benzeri çağrılarda
harekete geçme pratik ve örgütlülüğünü kazanmış oluyorlar. Bugüne kadar bu tarz
eylemlikler içinde bulunmayan ama her an militan kitle isteyen diktatörlük
böylece bu amacı için oldukça yol katletmiş oluyor.
Bu kitle hareketinin içinde
paramiliter örgütlenme çıkaracaklarının işaretini Cumhurbaşkanlığı Baş
Danışmanı "darbelere
karşı halka silah verilecek" açıklaması ile
duyurmuş olmaktadır.
Bu danışman beyin kafasının
içinde ne olduğunu anlamaya çalışalım.
Neden silah?
Silah verenler her halde "al
bu silahı evinde bulundur, darbe olduğunda darbecilere karşı kullan" demeyecektir.
Eğitim olmazsa, tatbikat olmazsa, örgütlülük olmazsa sadece silah vermiş olmak
anlamsız değil midir?
Kimlere silah verilecektir?
"Ben darbeye karşıyım" diyerek silah isteyen herkese silah verilecek
midir?
İslam Türk ideolojisini
benimsemiş bireyler mahalle mahalle, semt semt, ilçe ilçe, şehir şehir merkezi
bir şekilde örgütlenecektir. Sadece silah verilmekle kalınmayacak birde
bunların "eğitilmesi" ve "tatbikatları" söz konusu
olacaktır. Ayrıca bu örgütlenme büyük olasılıkla kimin kim olduğu, kimin
muhalefet kimin iktidar yanlısı olduğu, kimin Kürt, kimin Alevi olduğu, kimin
devrimci olduğu şeklinde istihbarat bilgileri sağlayacaktır.
Cumhurbaşkanı Baş Danışmanın
yapmış olduğu bu açıklama ne yalanlandı ne de "hayır böyle bir şey
olmaz" denildi.
Eğer dur! Denilemezse bugünleri
de aratan çok daha karanlık günler yakındadır. (19 Temmuz 2016)
Comments
Post a Comment