Türk Ordusuna Verilen Görev
Netleşiyor.
Bugünkü gazetelerde Erdoğan'ın Çin dönüşü adet olduğu
gibi uçakta gazeteciler ile yaptığı söyleşi yer alıyor. Yazılanlardan
emperyalistlerin Türk Ordusunun Suriye savaşına ne amaçla sokulduğu açıklık
kazanıyor.
Soru şu; "Türk askerinin Rakka’ya doğru
gitmesi söz konusu mu? "
Erdoğan'ın
yanıtı; "Bunu,
bölgedeki koalisyon güçleri ile olan hassasiyetler başta olmak üzere
bölgesel faktörlere bağlamak daha doğru olur"
Yeterince
yanıt alamadıklarını düşünmüş olacaklar ki ikinci soru geliyor.;
"Türkiye’nin Rakka konusunda
bir rolü olacak mı?"
Erdoğan'ın
yanıtı; "Bu, ABD ile görüştüğümüz
konulardan biri. Neler yapılabileceği, görüşmeler neticesinde netleşecek. Orası
ABD’nin tutumuna bağlı."
Demek ki emperyalistlerin
IŞİD'e karşı savaşta Türk Ordusunun kara gücü olarak görev yapması netleşmiş
oluyor. Ancak burada diktatörlük böyle
bir görev üstlenmekten hiç de rahatsız değil.
Daha önceki
"İslam Türk Devletinin Suriye Savaşı -1-" başlıklı yazımda "devlet geleneğini oluşturan
yaşanmışlıkların birikimleri ileri düzeydedir. Egemen sınıf kendi tarihsel
birikiminden her fırsatta faydalanmayı bilir." diye yazmıştım.
Biraz
geriye gideceğiz, Özallı yıllara, I. Körfez Savaşına. Ne diyordu Özal "1 koyup 5 alacağız" Bu sözü
duyunca özellikle "seçkinci laik burjuvazinin" yüzünde mutlu bir
gülümseme oluşmuştu. Ancak döneminin Genelkurmayı "hayır" dedi.
Sadece "hayır" demekle kalmadı istifasını vererek savaş politikasının
önünü kesmişti. Tabii Özal o dönemde
sadece hükümetti, iktidar değildi. Hükümet olmak her alanda her şeye hükmetmeyi
getirmiyor. İktidarsanız bunu yapabiliyorsunuz. Hükümet olabilirsiniz ama esas
iktidar sahipleri size engel olabilirler ve sizde çaresizlik içinde durumu
memnuniyetsiz olarak sessizce kabullenmek zorunda kalırsınız.
Özal ve
"seçkinci laik burjuvazi", ha bu arada şunu da geçerken not etmek
gerekiyor. İslamcı burjuvazi o dönemde hem iktidardan uzak hem de güçsüzdü.
Erbakan'ın Refah Partisi ile kendine siyasette yer buluyordu. Birleşik
Devletler emperyalizminin liderliğinde oluşturulmuş olan silahlı ittifak
güçlerinin Müslümanları katledecek olmasından karşı çıkıyordu. Benzer bir
durumda emperyalist güçlerin işgali altındaki Afganistan'a asker gönderme
tezkeresinin meclisteki görüşmelerde o dönem Refah Partisi adına kürsüde
konuşan A. Gül karşı çıkıyordu. Nereden nereye...Bunlar omurgasızdırlar,
çıkarları için her şekle girerler, amaçlarına ulaşmak için her yol mubahtır.
Özal, Türk
Ordusunu I. Körfez Savaşına aktif olarak sokarak Irak'taki enerji kaynakları ve
pazarın paylaşılması, Kürt Yönetiminin oluşması kararlarının alındığı masada
olmak istiyordu. Savaşan ve galip taraflardan bir değilseniz, seyirci olarak
kimse size pay vermez. Özal kendi ideolojisi ve "laik seçkinci
burjuvazinin" beklentileri açısından olması gereken politikayı hayata
geçirmek istiyordu. Ancak dönemin Genelkurmayı "Atatürkçülük"
anlayışından hareketle "Ortadoğu bataklığına" girmek istemiyordu.
(Emperyalistlerin AKP-Cemaat ittifakı ile Ergenekon, Ay ışığı, Casusluk davası
gibi yargılamalarla "Atatürkçü" generallerin tasfiye nedenlerinden
biri budur.)
İşte bu
yaşanmışlıktan ders çıkaran burjuva iktidarı olan İslam Türk Diktatörlüğü Arap
Baharının Suriye'ye yansıması ile amaçlarına ulaşmak için Esat'a ilk "savaş"
açan oldu. Tabii bu savaşın şekli doğrudan ordunun savaşa girmesi değildi,
dolaylı, şeriatçı çetelerin aktif olarak desteklenmesi politikasıydı.
Yeni
Osmanlıcılık politikası üç yıl içinde çöktü. Emevi Camisinde şeriatçılar ile
birlikte namaz kılma hayali güme gitti. Çöküşü diktatörlük kabul etmek zorunda
kaldı. Ancak I. Körfez Savaşının dışında kalarak kaybedilenleri Suriye
savaşının dışında kalarak bir kez daha kaybetmek istemiyordu. Esas niyet
gizlenerek, ki diktatörlüğün niyetini gizlediğini emperyalistler de, İran'da,
Esat yönetimi de bilmektedir, "tamam sizin istediğiniz gibi olsun"
diyerek, emperyalistlerin istediği Türkiye sınırının IŞİD'e kapatılması ve Türk
Ordusunun kara gücü olarak Suriye topraklarında IŞİD'e karşı savaşmasını kabul
ederek savaşta yerini aldı.
Erdoğan ne
diyor "biz
artık bölgede var olduğumuzu göstermek durumundayız."
Burjuvazi
Suriye'de iflas eden Yeni Osmanlıcılık politikasından vazgeçilerek
emperyalistlerin istedikleri politikaya dönülmesinden ve Suriye paylaşım savaşında
yer alınmasından oldukça memnun.
Suriye
savaşına girilmesini basit bir şekilde düşünmemek gerekiyor. Efendim
emperyalistler "gir savaşa" dedi Erdoğan'da girdi. Bu yaklaşım kukla,
kullanılan mantığın ürünüdür. Durum bu kadar basit değil. Emperyalistlerin
istekleri ile diktatörlüğün istekleri örtüştü, bu yüzden savaşa girildi. Ancak
her iki kesimde birbirlerini yakından, çok yakından takip ediyor. Diktatörlük
zaman zaman kendi amaçlarını savaş pratiğinde test ediyor ama hemen karşı
cepheden, gerek Birleşik Devletler, gerek Rusya, gerekse İran'dan "hooop
dur bakalım nereye" denilerek "sana tanıdığımız hareket alanın ve
verdiğimiz görevin dışına çıkamazsın" diyerek hizaya sokuluyor. Bu yüzden
Rakka'da IŞİD ile savaşılacak mı sorusuna "bölgedeki koalisyon güçleri ile olan
hassasiyetler başta olmak üzere bölgesel faktörlere bağlamak daha doğru olur.
" diyor, Erdoğan..
Artık diktatörlük Türk Ordusuyla Suriye savaşına bir kere girdi.
Bu savaştan çıkması yani kısa sürede geri çekilmesi zor görünüyor. Erdoğan'ın
açıklamaları da bu yönde "Eğer geri
adım atarsak, oralara işte DAİŞ gibi, PKK gibi, PYD gibi, YPG gibi terör
örgütleri yerleşir" diyor ve ekliyor "Benzer riskler Irak için de söz konusu. Orada da PKK kendine yer
edinmeye çalışıyor." Yani sadece Suriye ile sınırlı değiliz Irak
topraklarındaki savaşa talibiz demek istiyor. Erdoğan hızını alamamış devam
ediyor "Musul, Musul'un kuzeyinde Telafer,
Telafer'de Türkmenler var. Yarın orada ne olacağı belli değil. Türkmenleri
orada tamamen bitirmeye kalkabilirler. Bir taraftan Başika kampımız da orada.
Aynı şekilde Barzani'nin bizlerle olan münasebeti, 'Dayanışma
içinde olalım, bizi orada yalnız bırakmayın' gibi yaklaşımları var. Dolayısıyla oraların güvenliği ile ilgili olarak
da her şeyi gözden geçirmemiz gerekiyor."
Müslümanların diliyle "hadi hayırlısı" diyeceğim ama
bu savaşta hayır yok. (7 Eylül 2016)
Comments
Post a Comment