Rusya'nın Diktatörlüğe Oyunu
Hiç bir burjuva devleti çıkarlarını hiçe sayarak başka bir
devletin amaçlarına ulaşmasına gönüllü olarak rıza göstermez. Ya kabullenmek
zorunda kalır ya da tezgah vardır.
Erdoğan'ın
Putin'den dolaylı bir şekilde özür dilemesinden sonra emperyalistlerin, İran
ile Esat rejiminin isteği olan Türkiye-Suriye sınırını terörü politik mücadele
yöntemi olarak kullanan Sünni İslam örgütlerine kapatma isteğinin karşılığı
olarak Türk ordusunun Suriye'nin kuzeyine girmesine izin verdiler.
Diktatörlükte yaratılan bu olanağı tampon bölgeyi kurmak, savaşta söz sahibi
olarak paylaşma masasında olmak amacını değerlendirme hevesi ile savaşın içine
girdi. Nereye kadar hangi al-ver ilişkileri içinde izin verildiği bilinmiyor.
Ne olduğunu anlamak için her saat, her gün Suriye ve Irak'ta olup bitenleri
izlemek gerekiyor.
Osmanlı
İmparatorluğu döneminde sürekli değişen ittifaklara günümüzde de tanıklık
ediyoruz. Osmanlı döneminde Fransa, İngiltere, Rusya ve sonradan pazar
paylaşımında sahnedeki yerini alan Almanya ile hem bu devletlerin kendi
aralarındaki ittifakları hem de Osmanlının bu devletler ile ittifakları sürekli
değişkenlik gösteriyordu. Günümüzde de benzerlikler bulmanın olanağı var. NATO
üyesi olmasına rağmen bugün Birleşik Devletler, Rusya ve Avrupa Birliği ile
Türk devletinin ilişkileri değişkenlik gösteriyor.
Ortadoğu haritası
yeniden çizilirken iki önemli gücün inisiyatif oluşturma ve pay alma kavgasında
baş "oyuncu" olduklarını görüyoruz. Tahmin ettiğiniz gibi Dünya
jandarmalığı sorgulanmaya başlanan Birleşik Devletler ile yeni emperyalist güç
Rusya, bazen birlikte davranış şeklinde yan yana, bazen de farklı yerlerde
durarak karşı karşıya geliyorlar.
Arap Baharı'nın
Suriye'de işleri tersine çevirmesiyle Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesi
oldukça karışık bir durum aldı. Esat yönetiminin akıllı politikası ve sıranın
kendisine geleceğini bilen İran molla diktatörlüğünün ve onunla birlikte
hareket eden Lübnan Hizbullah'ın aktif olarak Suriye işgal savaşında yer alması
ile batı emperyalizminin özellikle de İslam Türk Diktatörlüğünün bütün
hesaplarını alt üst etti.
Arabistan
Krallığı, Katar ve Türk devletinin her türlü desteğini alan uluslararası
örgütlenme Sünni İslamcı silahlı çeteler ile savaşı başlangıçta pek
beceremeyen, demek ki Suriye ordusu böyle olası bir savaşa karşı
yapılandırılmamıştı, ama sonradan Rusya ve İran'ın aktif desteği ile silah,
para, lojistik destek ile sürekli güçlendirilmeye çalışılan Şeriatı hedeflemiş
Sünni İslam çetelerine karşı savaşmayı öğrendi. Bu arada hesapta olmayan veya
ön görülmeyen iki önemli gelişme oldu. Gerçi Kürt hareketinin varlığı biliniyor
ve her güç kendi amaçları doğrultusunda Kürt burjuva hareketini kullanmak
istiyordu. İslam Türk Diktatörlüğü, Suriye'de Barzani uzantısında, Birleşik
Devletler'de bugünkü PYD çizgisinde bir
yapının oluşması için ellerinden geleni eksik etmiyorlardı. Esat rejimi de
Türkiye'den gelecek her türlü saldırının önünü kesmek için kendi Kürtlerinin
otonom bir yapı oluşturmasını kabul etmek zorunda kaldı. Ama El Kaide devamcısı
veya çizgisinde olan IŞİD adı altında bir devletin Suriye ve Irak topraklarında
ortaya çıkacağını sanırım hesap etmemişlerdi.
Başlangıçta özellikle Birleşik Devletler emperyalizmi ve
İslam Türk Diktatörlüğü, Esat rejiminin
yıkılması için IŞİD ile gizli ilişkiler kurdular. Ancak savaş ilerledikçe bir
yandan Rusya'nın Suriye'ye yerleşmeye başlaması ve Suriye-İran güçlerinin
direnci, ayrıca IŞİD'in kendisinden başka her şeye düşman olması tüm dünyada
büyük tepkileri getirmesi, emperyalist çıkarlara zarar vereceğinin görülmesiyle
IŞİD önlenmesi ve yok edilmesi gereken oluverdi.
Eğer oynadığınız
güç kaybediyorsa sizde giderek inisiyatifi kaybediyorsunuz demektir. Nitekim
öyle oldu. İşte böyle bir aşamada inisiyatif Rusya'ya geçti. Rusya, Suriye'ye
iyice yerleşerek Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesinde en az Birleşik
Devletler emperyalizmi kadar önem kazandı.
Rusya, Ortadoğu
paylaşım savaşında pay kapmak isteyen İslam Türk Diktatörlüğü ile Birleşik
Devletler arasında NATO'yu zaafa uğratacak politikayı uygulamak için uçak
düşürme krizinden sonra bir dizi yaptırımlar ile Türk devletini zorladı.
Ekonomik yaptırımlar tarım ve turizm sektörüne ağır darbe vururken, Türkiye'nin
Yeni Osmanlıcılık politikasına sınırda dahi uçak uçurtmasına izin vermeyerek
engel oluşturdu. Diktatörlük önce kükredi, yağdı-gürledi ama Rusya hiç oralı
olmadı. IŞİD'de karşı mücadelede koalisyon içinde yer almasına rağmen bir tek
uçak uçuramayacak duruma düşmüş olan diktatörlük Putin'in isteğine boyun eğmek
zorunda kaldı. Artık Rusya, İslam Türk Diktatörlüğünü istediği aşamaya
getirmişti.
Rusya kolladığı
fırsatı Temmuz ayında yakaladı. Birleşik Devletlerin tüm teşvik ve desteğini alarak
dünyanın her yerinde faaliyet gösteren Fethullah Gülen teşkilatının 15 Temmuz
darbe girişiminde Rusya hemen Erdoğan'ın yanında yer alarak Amerika ile çelişkisini
derinleştirdi.
Rusya ikinci
adımı atmakta da gecikmedi. Diktatörlüğün
Suriye'ye girme hevesinin önünü açarak Birleşik Devletler emperyalizmi ile
karşı karşıya getirdi. Diktatörlüğün birinci amacı Suriye Kürt Kantonlarının
birleşmesini önlemekti. Birleşik Devletler ise Kürt Kantonlarının birleşmesini
ve yeni Ortadoğu sınırları çizilirken kurulması öngörülen Kürt devletinin
-tabii ki kapitalist ilişkiler içinde emperyalizme bağımlı ve İsrail ile dost
Kürt devleti- Akdeniz'e ulaşma politikasından dolayı PYD'yi destekliyor olmasından
Türk devleti ile Birleşik Devletler çıkar çelişkisini yaşamaya başladı. Bu
çelişkinin derinleşmesine engel olmak için daha önce Irak'ın kuzeyinde oluşan
Kürt Yönetim sürecinde de tanıklık etiğimiz karşı durmayıp işbirliğine gitme
anlayışı ile Türk devletiyle birlikte davrandı.
Başika krizinde
Rusya sessiz kalarak diktatörlüğün Birleşik Devletler ile karşı karşıya
gelmesini adeta teşvik etti.
Rusya, son olarak
da Halep'te kısa süreli ateşkes için Birleşik Devletler ile değil diktatörlük
ile ilişkiye geçti. Burada Rusya bir taşla birden fazla kuş vurdu. Pek fazla
üzerinde durulmayan ama oldukça önemli olan kısa süreli bu taktik adım bir
yandan Rusya ve Suriye'ye avantaj sağlarken diğer yandan diktatörlüğün şeriatçı
El Nusra ile ilişkisini de açığa çıkardı. Kadri Gürsel'de 21 Ekim tarihli
Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde bu duruma dikkat çekti.
18 Ekim'de
Erdoğan'ın telefonu çalıyor. Arayan Putin olunca Erdoğan hemen açıyor. Putin
diyor ki; "hava operasyonlarını durduracağız. Halep'te sıkıştırdığımız El
Nusra'nın şehri terk etmesi için koridor açacağız, seni dinler bu çocuklar,
hele bir el atıver de daha fazla insan ölmesin."
Telefon
konuşmasının böyle olup olmadığını bilmiyorum ama içerik olarak üç aşağı beş
yukarı böyle. Evet böyle olduğunu Erdoğan'ın açıklamasından öğreniyoruz.
Bakalım ne diyor Erdoğan, 19 Ekim'de 28'incisini gerçekleştirdi muhtarlar
konuşmasında “Sayın Putin ile Halep’i konuştuk. Saat 22.00 itibarı ile hava
operasyonunu durduracaklarını ifade ettiler. El Nusra’nın orayı terk etmesi
konusunda ricası oldu. Arkadaşlarımıza bu konuda gerekli talimatı verdik; onlar
da bu çalışmayı yapmak suretiyle, ‘El Nusra’yı Halep’ten çıkarmak ve
Halep halkının bu noktadaki huzurunu sağlamak için bir çalışmanın içerisinde
olalım’ diye
aramızda böyle bir mutabakatı görüştük.”
İşte böyle Putin, Erdoğan'a
El Nusra ile ilişki içinde olduğunu ve bu ilişkinin öyle uzak ilişki değil, El
Nusra'nın Halep'ten çıkarılması için bu alanda faaliyet yürüten "arkadaşlarına gerekli talimatları verdi"gini söylettiriyor. Kadri Gürsel'in dediği gibi
"
Erdoğan’ın Putin’i boş göndermemesi... 'Bizim
bu terör örgütüne sözümüz geçmez” diyememiş olması El Nusra ile olan ilişkinin
boyutunu gösteriyor.
(22 Ekim 2016 / İZMİR)
Comments
Post a Comment