Din ve
Etnik Soruna Teslim mi Olacağız?
Bizim öğrenci olduğumuz yıllarda maddenin katı, sıvı ve gaz
olarak üç hali öğretilirdi. Sonradan öğrendik ki maddenin bir de plazma hali
varmış. Öğrenmenin şaşkınlığını maddenin plazma hali bizim öğrencilik yıllarından
çok önce biliniyor olmasına rağmen bize yokmuş gibi davranılmasıydı. 19.
yüzyılın başlarında fark edilen ama 1929 yılında Langmuir yaptığı deneysel
çalışma ile netleştirip plazma ismi verilen maddenin dördüncü hali böylece
kanıtlanmış oldu. Bu çalışmasından dolayı Langmuir 1932 yılında Nobel Kimya
Ödülünü hak etti.
Eğer o dönem
bütün bilimciler maddenin üç hali saptaması karşısında "tamam artık bir
şey olamaz" anlayışına mahkum olmuş olsalardı. Bugünkü elektrik ve
elektronik gelişmeye ulaşmanın olanağı yoktu.
Başarmak
dayatılanı veya budur, başka olamaz denileni kabul etmemekten geçer.
Son yıllarda
Türkiye solunda çok yaygın bir ideolojik kabulleniş var. Adeta dayatılana
tutsak olmak yaşanıyor.
Din ve etnik
sorun tüm toplumu kanser hücresi gibi sarıp sarmalamış durumda. Sabah-akşam
bütün medyada, kahvede, sokakta, hatta evlerde sürekli din veya etnik sorun bir
şekilde konuşuluyor.
Yoğun propaganda
faaliyeti ile din ve etnik sorunun en fazla işçi ve emekçileri
etkisi altına
alıyor.
İşçi ve emekçilerle
ilişkili olanlar işçilerin din ve etnik sorunun esarete altında kaldıklarını
görünce devrimci çalışmanın karşılığı yokmuş düşüncesine varıyorlar. Din ve
etnik siyasetin işçi ve emekçiler üzerinde böylesine hegemonya kurmuş
olmasından aşılamayacak sonucuna ulaşarak, özellikle "Kürt sorunu
çözülmeden demokrasi sorunu çözülmez" anlayışını politika haline
getiriyorlar. Her fırsatta, her mücadele sırasında Kürt sorunu gündemin başına
koymak için faaliyet yürüten Kürt burjuva hareketinin politikasına sosyalist
cenahtan destek olmuş oluyorlar. Bazı sosyalistler bu durumu daha da ileriye
götürüp Kürt burjuva hareketinin bir parçası, daha doğrusu küçük ve etkisiz bir
ekini oluşturuyorlar.
Türkiye
toplumunda din ve etnik sorunun ana gündem maddesi haline getirilmiş olması görünen
gerçekliktir. Bu görünen gerçeklik bize dayatılandır. Dayatılana baş kaldırmak,
karşı çıkmak, kabul etmemek, uygun yöntem ve mücadele araçlarıyla sorunların
esas gerçekliğini göstermek gerekiyor.
Çarlık Rusya
Ortodoks inancın merkeziydi. Hatta Ortodokslar, kendileri dışındaki Katolik ve
Protestanları Hıristiyan olarak kabul etmiyorlardı. Başta bütün Slavların
hamisi olarak kendilerini görüyorlardı. Ortodoks inancı toplumu o kadar çok
etkisi altına almıştı ki Çar Tanrının yer yüzündeki temsilcisi olarak kabul
ediliyordu. Rusya işçi sınıfı ve emekçileri Ortodoks Hıristiyanlık inancı
referansı ile her şeyi değerlendiriyorlar. (Dinin bu büyük etkisi bütün Rus
klasik romanlarında görülür.)
Bolşevikler işte
bu dayatılan görünen gerçekliği kabul etmediler. İşçi sınıfı ve emekçilerin
gerçek sorunlarının din veya etnik sorun olmadığını onun gerçek sorunları kapitalist
sistemden kaynaklandığını uygun mücadele, örgüt ve çalışma yöntemleri ile
göstermeyi başardılar.
Türkiye'de de
başarmak sosyalistlerin sorumluluğundadır. (12 Kasım 2016)
Comments
Post a Comment