Avrupa Burjuvazisi Diktatörlüğe karşı
mı?
Avrupa
Birliğini oluşturan ülkelerden peşpeşe Erdoğan yönetiminin bakanlarına karşı
sert tavır alışlara tanıklık ediyoruz. Bugüne kadar görülmemiş sertlikte
tavırlar. Ülkemiz muhalifleri de bu tavırlar karşısında ikiye bölünmüş durumda.
Bir kısmı, bunlara bazı sosyalist kimlikli olanlarda dahil, (bir de algı mühendisinin yorumu var evlere şenlik. Neymiş Avrupa Birliği
-AB- Erdoğan’ın tek adam anayasası geçmesi için bilinçli olarak bu tavırları
alıyormuş) basit bir komplo mantığıyla açıklamaya çalışıyorlar.
Ne demiştim
muhalefet ikiye bölündü; Bir kısım bu tavırlar “evet”e katkı oluyor diyor, bir
kısımda sessizce iyi oldu diyor, bu ikincisine CHP de dahil siz bakmayın öyle
yapılan açıklamalara, Avrupa gezilerin iptal etmelerine, bu tür tavırlar ve
açıklamalar ülkemizde estirilmek istenilen ırkçı heyezanlardan kaynaklanıyor,
aman diyorlar kitlelerin nabzını tutalım. Ulan kitlelerin nabzı ırkçılık diye
atmıyor ki, kitlelerin nabzı yönetim biçiminden memnun değilim, hele hele
Erdoğan’ın dışpolitikasından hiç memnun değilim diye atıyor. Ama korkak CHP
ancak böyle politika izleyebilir.
Önce şunu
belirtmek istiyorum;
Tarihe ’68 başkaldırısı diye geçen Avrupa direnişi
kesinlikle gençlik hareketi değildir. Evet, Avrupa gençliğinin çok önemli
harekete katkısı vardır ama esas olarak o direniş en son 1920’lerdeki orta
Avrupa devrimlerinden sonraki en önemli işçi sınıfı başkaldırısıdır ve gençlik
direnişinden yaklaşık dört yıl önce başlamıştır. Fakat burjuvazinin propaganda
mekanizması işçi sınıfının o müthiş destansı direnişini yok sayarak gençlik
hareketi diyerek herkese kabul ettirmiştir. Nasıl ki Hollywood yapımı Amerika
Birleşik Devletleri merkezli filmlerle Hitler faşizmini yenenin özellikle ABD
ve İngiltere’dir diye propaganda yapıldıysa, benzeridir. Oysa Avrupa faşizmini
yenen dünyanın tek işçi devleti olan Sovyet halkının o destansı Leningrad
direnişi ile Kızıl Ordu’dur.(Leningrad direnişine kadar ABD ve İngiltere
Avrupa’da savaşa bile girmemişti. Normandiya çıkarması Kızıl Ordu’nun Hitler
ordularını önüne katıp kovalaması sonrasıdır. Avrupa’ya komünizm geliyor
korkusudur.)
Bugün
Kopenhag kriterleri diye zaman zaman gündeme gelen kriterlerde Avrupa işçi
sınıfının Avrupa burjuvazisinden aldığı en önemli kazanımıdır. Övünmek gibi
olmasın ama ben bütün bunları Tansu Çiller döneminde Gümrük Birliği’ne girmekle
AB’ye giriyoruz denilen dönemde akademisyenlerin AB ye ilişkin teknik
kitaplardan başka yayının olmadığı ve bazı sosyalistlerin AB’ye girmenin çok
iyi olacağını savunduğu tarihte acilen “Avrupa Birliği Yeni Kurtarıcı (mız)
mı?” isimli kitabımda yazdım. Şu anda piyasada yok ancak sahaflarda
bulanabiliyor. Gerçi yazım tekniği olarak kendimde sonradan eleştirdim ama öz
olarak anlatılan çok, evet çok doğruydu. Sol çevrede kısmen etkisi de oldu.
Şimdi bütün
bunları neden yazdım?
Avrupa
Birliği emperyalist örgütü matah bir şey değildir. O birlik, ki esas güç
Almanya ve Fransa burjuvazisidir, sonradan binbir güçlükle katılan ve
şimdilerde çıkacağım diyen gücünü yitirmiş İngiliz emperyalizminin
celallenmesine bakmayın esas motor güç Alman ve Fransız burjuvazisidir, diğer
birlik ülkeleri (ilk kurucularından olan dört ülke dışında) aslında bu iki ülke
burjuvalarının pazarıdır o kadar.
AB’nin,
aynen ABD gibi, bizim gibi ülkelerde diktatörlük olmuş, demokrasi olmuş önemli
değildir. Eğer bugün AB bizim gibi ülkelerde anti demokratik uygulamalar karşısında
sesini çıkarıyorsa bu ’68 destansı
direnişini gerçekleştiren Avrupa işçi sınıfının örgütlülüğü, duyarlılığı,
kazanımları ve bilinçliliğidir. Yoksa emperyalistlerin demokrasi ve özgürlükler
hiç umurunda değildir. Onlar esas olarak kârlarına bakarlar.
Bugün
emperyalist kapitalist sistem zaman zaman derinleşen, zaman zaman durağanlaşan
içine düştüğü krizden bir türlü belini doğrultup çıkamıyor. Mevcut verilere
bakılırsa çıkamaz da. Çünkü krizden çıkış için iki şey olması gerekiyor ya
yıkım, yani büyük boyutlu savaş, her şey yıkılacak sonra yeniden yapılacak
böylece üretim ve Pazar sorunu çözülecek ya da yeni teknolojik atılım ile
üretim yapısı yenilenecek. Bilişim alanındaki yeni teknolojik atılım dışında
başka yenilenme olmadığı için ikincisi çıkış yolu olamıyor. Geriye savaş
kalıyor. Fakat önceki yıllarda olduğu gibi dünya pazarlarının yeniden paylaşım
savaşı da şimdilik mümkün görünmüyor ama emperyalist ülkelerde gelişen ırkçı
dalga böyle bir tehlikeyi yakınlaştırıyor. Büyük paylaşım savaşı olmadığına
göre geriye bölgesel savaşlar kalıyor. İbre Ortadoğu’yu gösteriyor. Nitekim
Arap Baharı devrimci atılımını Müslüman Kardeşler ile duruma uğratılmasıyla bu
savaş başlatıldı.
Yazıyı
uzatmamak için Ortadoğu savaşına girmiyorum. Ve AB emperyalist devletlerinin
tavrının nedenlerini açıklama gayreti ile devam ediyorum
Avrupa
burjuvazisi Erdoğan yönetiminin ülke içi ve eski Osmanlı İmparatorluk sınırları
için de uyguladığı politikaların AKP’nin 2002 de iktidara getirilmesi için
anlaşılan politikadan çok saptığını yaşayarak öğrendi. F. Gülen cemaati ile
ilişkinin zemininde esas olarak bu yatar. Kandırıldım diyenler aslında
kandıranlardır. Bizim muhalefet bunu da anlamadı. Bu kafayla anlaması mümkün
değil zaten. 2000 yıllarında diyeceğim ama aslında çok daha gerilere dayanıyor
Tayyip Erdoğan’ın Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı olduğu tarihlere o
zamanları emperyalistler ve memleketimizin bütün burjuvaları Erdoğan ile
anlaşarak hem ülke içinde “askeri vesayet rejimini” tasfiye etme, hem de
Ortadoğu’yu yeniden yapılandırma politikalarında hem fikir olmuşlardı.
Suriye
savaşı Erdoğan yönetiminin gizlenen niyetini açığa çıkardı. Emperyalistler
tezgaha geldiğini anladılar ama geç oldu. Gerçi emperyalistler için sonra ne
olacak sorusu önemli değildir. Onlar için önce ilk hedefte olanı alaşağı etmek
esastır, sonrasına bakarız mantığı içindedirler. Bu da kendi güçlerine
güvenmenin bir yansımasıdır. Örneğin Afganistan’da Sovyetlerden kurtulmak için
bugünkü şeriatçı çetelerin anası olan Taliban’ı örgütlemişler ellerinden gelen
her türlü desteği vermişlerdir. Şimdi de Afganistan’ın durumu malum. Ülkemizde
generallerin MGK aracılığıyla iktidara hakim olmalarına son vermede benzer yol
izlediler. Aynısını Suriye’de Esat’a karşıda yapmak istediler ama bir şeyi
unuttular: Her zaman kedi balığı yemez.
Neyse
uzatmayayım; Suriye savaşının belli bir aşamasından sonra emperyalistler
Erdoğan’dan kurtulmayı ciddi ciddi düşünmeye başladılar. Ancak Erdoğan da ülke
içinde önemli kitle desteğine sahipti. Ayrıca darbe yapacak generallerde
tasfiye edilmişti. İşler oldukça zordu. Bazı bizim sosyalistlerin dediği gibi
olmuyor bu işler. Hani kimileri diyor ya emperyalistler istediğini işbaşına
getirir istediğini alaşağı eder. Yok o kadar basit değil bu iktidar oyunları!!!
Emperyalistler
ve TUSİAD’da örgütlü olan “laik seçkinci burjuvazi” Erdoğan’ın meclis gücünü
zaafa uğratmak için 7 Haziran seçimlerinde Kürt Burjuva Hareketinin siyasi
örgütü olan HDP’yi meclise dördüncü parti olarak sokmakla önemli bir kazanım
elde etti. Ancak CHP ile HDP’nin beceriksiz muhalefetine, PKK’nin anlamsız
eylemleri eklenince 1 Kasım seçimlerinde inisiyatif yeniden Erdoğan’ın eline
geçti.
Emperyalistlerin
erken gördüğü ama birazda Erdoğan’ın erken doğum yaptırdığı 15 Temmuz
cuntacılarının başarısız darbe girişimi geldi.
1 Kasım
seçimleri sonrası Erdoğan yeni bir taktik aşamayı geçti. Osmanlı eyalet sistemine
razı edemediği Kürt burjuva hareketini tasfiye operasyonu Suriye de ortaya
çıkan Kürt kantonları süreciyle çakışınca ülke içi ve ülke dışında “terörü
tasfiye etme operasyonu” adı altında yeni bir süreç başlattı. Tasfiyenin
dışında kalmış generaller ile ittifak oluşturuldu. Bu ittifakın siyasi ayağı
gerekiyordu o da D. Bahçeli’nin MHP’si ile ve ilerleyen günlerde BBP ile bu
sağlandı. Böylece tek adam anayasası gündeme geldi.
Böyle bir
aşamada emperyalistlerin ülke içi ve özellikle Avrupa kamuoyunda oluşmuş olan
Erdoğan’ın acımasız yönetim uygulamalarına tepkiyi kullanarak Erdoğan
yönetiminden kurtulma politikasını uygulamaya koydular. Çünkü Erdoğan yönetimi
emperyalistlerin Ortadoğu politikasından geri dönmeyecek şekilde uzaklaşıyordu.
Avrupa
emekçi kitleleri bir yandan şeriatçı çetelerin katliamlarından diğer yandan
ülkemizdeki muhalefete özellikle Kürtlere karşı uygulamalarda çok duyarlı hale
geldiler. Buna ek olarak Erdoğan yönetiminin mültecileri Avrupa’ya gitmesini
kolaylaştırma politikası da bu duyarlılığı tavan yaptırdı.
Özetle;
Avrupa kamuoyunun Erdoğan yönetimine ciddi tepkileri AB devletlerini harekete
geçirmek için uygun zemin oluşturdu. Bir yandan AB kendi kitlelerinin
beklentilerine cevap vermek diğer yandan Erdoğan yönetiminden kurtulmak için
Erdoğan’ın yönetici kadrolarının “kimse beni engelleyemez” mantığının öngörüsüz
politikaları AB burjuva politikacılarına bulunmaz fırsatı verdi.
Bu
gelişmelere şu önemli eki yapmak zorunlu;
Erdoğan
yönetimi sadece Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde politika yapmıyor,
Avrupa’da yaşayan 3 milyon, (yoksa 4 milyon muydu?) Müslüman Türkler içinde de
çalışıyor. Adı sivil toplum kuruluşları olan dernekler, imamlar, öğretmenler
hatta bazı sermaye sahibi olmuş Türkler üzerinden Avrupa’da önemli siyasi bir
örgütlenmeyi gerçekleştirmek için çalışıyor. Devletin istihbarat teşkilatının
bu çalışmaların dışında kaldığını düşünemiyorum. Avrupa burjuvazisi bu
çalışmalar ile inanmış Müslümanların politikleşmesi başına büyük belaların
geleceğini görüyor. Politize olmuş Müslümanların şeriatçı eylemlikler içine
girmesinin ne kadar büyük tehlike olduğunu özellikle Suriye savaşında şeriatçı
çetelerin uygulamalarında görüyor.
Geçtiğimiz
aylarda Almanya’da bir dizi operasyon ile ajan olarak birçok Türk görevlinin
tutuklandığını anımsayalım. Bugün Türkiye’de Türk uyruklu Alman gazetecinin
ajan diye tutuklanması ve Erdoğan’ın birkaç kez bu gazetecinin ajan olduğu
şeklindeki açıklamalarını karşı hamle olarak değerlendirmek gerekiyor.
Erdoğan
yönetici sınıfının politikacılarına karşı alınan tavırlarla ülkemizdeki
muhalefete ve hatta Erdoğan’ı destekleyen ama merkez sağ diyebileceğimiz
kitleye mesaj oluyor.
Son 15 yılda
uygulanan dinci politikalara rağmen Türkiye insanının büyük bölümü “Avrupalaşmak”
istiyor. Avrupa Birliği’ne üye olmayı kurtuluş olarak görüyor. AB
emperyalistleri 16 Nisan tek adam referandumuna giderken “eğer Erdoğan amacına
ulaşırsa ‘muhassır medeniyete’ ulaşmanız hayaldir” mesajını veriyor.
Erdoğan
yönetimi bu taktiği gördü. O da bunu milliyetçi duyguları okşayarak en azından
yanında olan kitleleri kaybetmemek uğraşına girdi. Fakat burada muhalefetin
yaratılan fırsatı kullanamadığı görülüyor. Yani ülke içi muhalefet Erdoğan tek
adam referandumunu kazanırsa “muhasır medeniyetler hayaldir” ve “bu akıldan
yoksun öfke dolu dış politika memleketi batışa götürüyor” anlamında propaganda
yaparak kitleleri muhalif cephede toplaması gerekirken, korkusundan Erdoğan’ın
milliyetçi söyleminin yanında yer alıyor olması büyük olasılıkla AB’de hayal
kırıklığı yaratıyor.
Her ne kadar
bugün gerek AB’den, gerekse NATO’dan yapılan açıklamalar diplomatik dille
Erdoğan yönetimine “Nazi artıkları”, “faşistler” söyleminden vazgeçmeye
çağırdıysa da bu restleşmenin referandum tarihine kadar devam edeceği
anlaşılıyor.
Referandum sonrası ne şekil alacağı sonuçla ilgi. Eğer HAYIR çıkarsa
Erdoğan yönetimi gidici. Nasıl mı gider? Birçok seçenek var. Ama kitlelerin
durumu çok önemli. Önce bir HAYIR çıkarmak gerekiyor. Ondan sonra AB’yi bir
kenara koyarak ve ne amaçları olduğunu da deşifre ederek, yeni bir hayat, güzel
bir gelecek için her şeyin var olduğunu görerek doğru politikaları hayata
geçirmek gerekiyor.
Tarih
kitlelerin önüne değişim için her zaman çok önemli fırsatlar çıkarır. Eğer
devrimciler bu fırsatları anlayabilirlerse yeni ve güzel bir hayat kurulur. (13
Mart 2017)
Comments
Post a Comment