Adalet Yürüyüşüne Katılmayan Sosyalistlerin İdeolojik Dayanakları

“Adalet Yürüyüşüne” karşı olanların görünen gerçeklikten hareket ederek tek adam diktasına hayır diyen milyonlarca insanın eylem içeriğini görmezden geldiklerini 14 Temmuz tarihli yazımda açıklamıştım.

Önce bu sol sekter anlayışın felsefi temellerini açıklayacak, sonrada tarihsel geçmişteki yerini göstermeye çalışacağım. Mümkün olduğu kadar da yazıyı kısa tutmaya çalışacağım.

Önce felsefi temelleri:

1- Katılımı ret eden, ret etmekle kalmayıp neredeyse gerici bir kalkışma olduğunu söyleyecek düzeyde gerekçeler üretenler üçüncü bir yol olarak sosyalist mücadelenin gerekirliklerini önerirler ama gerek "Adalet yürüyüşü" değerlendirmeleri gerekse karşı duruşları diktatörlük, provokatör milliyetçi solcular, MHP ile aynı safa düştüklerini göremezler.

2- "CHP düzen partisidir", "işçi sınıfı mücadelesini saptırır", "sosyal faşisttir" gibi kavram ve değerlendirmeler ile ön yargı oluşturarak eyleme yaklaşırlar. Fikirden olaya/nesneye/eyleme giderek analiz yaparlar. Maddi olgudan hareketi terk ederek idealizme düşerler.

3- "Adalet yürüyüşünün" nedenlerini görünür gerçekliğin özünde incelemekten kaçınırlar. Farkında olmadan görüneni gerçekliğin özünün yerine geçirirler. Böylece görünür olan ile eylemi yapan/yapanları örtüştürerek işte öz budur sonucuna ulaşırlar.

4- Sadece görüneni anlamaya çalıştıklarından, daha doğrusu görüneni gerçekliğin özünün yerine ikame ettiklerinden indirgemeciliğe düştüklerinin farkında olamazlar.

Adalet yürüyüşünü yapan K. Kılıçdaroğlu ve CHP düzen partisidir, onun yapacağı eylemler düzeni kurtarmak içindir anlayışını eylemin içeriğinin yerine geçirirler.

5- Kendilerini mutlak doğru kabul ettiklerinden kendilerinin örgütleyip yönlendirmedikleri eylemleri genel olarak doğru olmayan eylemler olarak değerlendirirler. Kendilerinin dışındaki eylemlerde mavi tulumuyla işçileri önde görmek isterler. Göremeyince hayal kırıklığı yaşarlar. Hayal kırıklığı tepkisiyle küçük burjuva tatminciliğine sarılırlar.

Şimdi tarihsel geçmiş

Sınıflar mücadelesine sol ve sağ yaklaşımlar somut olgularda ifadesini buluyor.

"Adalet Yürüyüşü" somut ve kitlesel bir eylem oluyor. Önceki yazımda da belirttiğim gibi soldan sağa herkesi katılan ve karşı duran olarak bölüyor. 

Solun "Adalet Yürüyüşü"ndeki bölünmüşlüğünün kökleri  III. Enternasyonel'in faşizme karşı izlediği politika bulunuyor.

Özellikle III. Enternasyonel dağıtılıp Kominform kurulduktan sonra "Sosyalist Sovyetlerin korunması" slogana üzerinden politika oluşturuluyor.

Kominform'ın bu politikasında üç ayrı anlayışın tartıştığını ve farklı tavırlar içine girdiklerini görüyoruz.

Kominform faşizme karşı olan tüm kesimler ile ittifakı öngörüyor. Buraya kadar sıkıntı yok. Ancak bu birleşik cephe anlayışında sosyalist devrim mücadelesinden vazgeçiş söz konusu.  Fransa, İtalya ve Yunanistan da devrimlerin yenilgisi bu yüzden oluyor. Bu politikayı kabul etmeyen Yugoslavya'da Tito önderliğinde devrim gerçekleşiyor.

Kominform'un bu politikası o dönemde en çok Troçkistler ve anarşistler tarafından şiddetle eleştiriliyor. Kominform'un içinden ise bir tek Yugoslavya Komünist partisi itiraz ediyor. Keza Çinli komünistlerin, özellikle Mao Zedung grubu Kominform kararlarından farklı bir politika uyguluyor. Her iki ülkede devrimlerini gerçekleştirirken doğru olduğuna inanlar ne yazık ki ülke devrimlerinin yenilgiyle sonuçlanmasına neden oluyorlar.

Günümüzde Kominform'un faşizme karşı birleşik cephe politikasına sağ ve sol olarak yaklaşıldığına tanıklık ediyoruz.

İster sağ, ister sol olarak yaklaşanlar olsun şüphesiz Kominformun faşizme karşı izlemiş olduğu politikada yanlış demelilerinde haklılar. Artık günümüzde hiçbir devrimcinin bu yanlışa düşmemesi gerekiyor. Marx ve Engels'in beklediği Avrupa devrimlerinin gerçekleşeceği çok önemli bir aşama bu yanlış politika yüzünden yenilgiyle sonuçlanıyor. Şaka değil Fransa, İtalya, Yunanistan ve Almanya'nın tamamı devrimin eşiğinden dönüyor. Geriye ne kalıyor Franko'nun İspanyası, İngiltere ve bir kaç küçük Avrupa ülkesi...

Kominform'un bu politikasını doğru diyerek olduğu gibi kabul edenler ülkemizde bulunuyor. Ancak ben bu kabulcülerin tek kaynaktan o tarihi kesite yaklaştıklarını düşünüyorum. Yani Lenin'in ölümünden sonraki III. Enternasyonel ve dağıtıldıktan sonra yerine ikame edilen Kominform sadece Stalin merkezli kaynaklardan öğrenildiği için tek doğru politika olarak değerlendiriliyor.

Sosyalist devrim için mücadelenin gereklikleri unutularak veya yok sayılarak ya da uzak bir tarihsel aşamaya ertelenerek bir an önce diktatörlükten kurtulma (ki bu birazda özgücüne güven sorunudur) isteğinden ileriye geliyor. Bu anlayış mücadeleyi sistem içine hapsetmeye neden oluyor. Sosyalist devrim mücadelesinin gerekliklerini daha doğru değişle esas amacı şu veya bu gerekçeyle bir kez ertelediğinizde onun yerine ister istemez, ne kadar iyi niyetli olursanız olun, sistem içi mücadeleyi geçirirsiniz.

Evet, faşizme karşı olan bütün güçlerle birlikte olmak doğrudur ama kendimizi sadece sadece faşizme karşı demokrasi diyerek sistem içi mücadele ile sınırlayamayız. Bugün bir kısım sosyalist kendini sistem içinde mücadele ile sınırlayarak faşizme karşı olan tüm güçlerle birlikte olmayı yeterli görüyor.

Bu anlayış çok daha somut olarak Yunanistan da Syriza’nın açıkca ve de örnekleme şeklinde desteklenmesinde ifadesini buluyor. Daha da sağ uçta  E. Yıldızoğlu'nun İngiltere'de savunduğu ve örneklediği  "kimi bağımsız sosyalisti barındıran Momentum örgütü" benimsemesinde görüyoruz.(Cumhuriyet, 20 Temmuz 2017)


Kominform'un faşizme karşı birleşik cephesine eleştirel yaklaşımlarının sekter sol savunuculuğunu "adalet yürüyüşü" karşısındaki tavırlarda gördük. Bir yandan tavır olarak bu yürüyüşün dışında kalırlarken bir yandan da duruşlarını teorize etmeye çalıştılar.  İslam Türk Diktatörlüğüne karşı olan eylemi sadece görünen üzerinden yorumlayarak büyük bir hataya düştüler. Sosyalist devrim mücadelesini öncelik kabul ederek diktatörlüğe karşı tüm güçlerle birlikte örgütlenme ve birlikte mücadele etmeyi ret etmiş oldular. (21 Temmuz 2017) 

Comments