Yeni Osmanlıcılığın İflası (3)
Lider
ve örnek ülke: Türkiye
Yukarıda
belirtmiştim emperyalistlerin akıl hocalarının boş durmadığını iki milyara
yakın Müslüman âlemine lider ve örnek ülke arayışı içinde olduklarını.
Ortadoğu
ve Türkiye üzerine çalışan ABD’li dört önemli isim var.
Samule
Huntington, Graham Fuller, Eric Edelman ve Abramowitz.
Graham
Fuller CIA’nın adamı, yirmi yıl Ortadoğu’da çalıştı. Şimdi emekli. Kısa adı
RAND olan düşünce kuruluşunda çalışıyor. Pentagona raporlar hazırlıyor.
Geçmişte sık sık Türkiye’ye gelip liberal ve sol düşünce sahibi gazeteci ve akademisyenler ile görüşen, onlardan edindiği bilgiler ile Türkiye raporları
hazırlayan emperyalizmin adamı.
Eric
Edelman, ABD’de birçok kurumda üst düzey yönetici olarak bulundu.
Büyükelçilikler yaptı. Bi Parisan Politika Merkezi adlı düşünce kuruluşunda
çalışıyor. Birleşik Devletlere raporlar hazırlıyor.
Abramowitz,
Türkiye’de büyükelçilik yaptı. Özal, Tayyip ve Gül’ün akıl hocası. Edelman ile
birlikte çalışıyorlar.
İslam
âlemine lider olmak isteyen altı aday var: İran, Suudi Krallığı, Mısır,
Pakistan, Endonezya ve Türkiye
Önce
kriterler belirleniyor ve tanımlanıyor “İslami bir çekirdek devlet ekonomik
kaynaklara, askeri güce, güçlü bir örgütlenmeye, İslami bir kimliğe sahip olmak
ve ümmete hem siyasal hem de dinsel düzeyde liderlik etmek zorundadır.”
Kim yapıyor bu tanımlamayı?
Sıradan
bir düşünür yapsa çok fazla önemi yok ama bu tanımlama üst başlığı
“Medeniyetler Çatışması” alt başlığı “ve dünya düzeninin yeniden kurulması”
olan Samuel P. Huntington kitabında yapıyor. Sürekli ABD adına çalışmış ona
akıllar vermiş, hatta 1977-1978 yıllarında Beyaz Saray’da Ulusal Güvenlik
Konseyi’nde görev yapmış Profesör.
Bu
tanımlamayı yapan Huntington aday altı ülkeyi değerlendiriyor, bu ülkelerin
içinde en uygunun Türkiye olduğunu şöyle açıklıyor “Türkiye İslamın çekirdek
devleti olmak için gerekli tarihe, nüfusa, orta düzey bir ekonomik
gelişmişliğe, ulusal birliğe, askeri yetenek ve geleneğe sahiptir. Gelgelelim,
Atatürk’ün Türkiye’yi net bir şekilde laik bir toplum olarak tanımlaması, Türk
cumhuriyetinin bu rolü Osmanlı imparatorluğundan devralmasını önlemiştir.
Türkiye, anayasasındaki laiklik ilkesine bağlılığından ötürü OIC’in kurucu
üyesi bile olamamıştır. Türkiye kendisini laik bir ülke olarak tanımladığı
sürece İslam’ın liderliğine soyunma olasılığı yoktur.”(Medeniyetler Çatışması,
sf. 263)
Fatura
Mustafa Kemal’e çıkıyor. Türkiye’nin lider ülke olmakta en büyük engelinin
laiklik ilkesi olduğunu açıklıyor.
Emperyalistlerin
akıl hocaları sadece durum saptaması ile yetinmezler ne olması gerektiğini de
söylerler. “Akıl hocası” olma sıfatı da buradan gelir. Huntington’da üstlendiği
görevi ne olması gerektiğini önererek tamamlıyor.
“Atatürk’ün
mirasını, Rusya’nın Lenin’in mirasını reddedişinden daha eksiksiz bir şekilde
reddetmek zorunda kalacaktır. Böyle bir hamle aynı zamanda, Atatürk
kalibresinde bir lideri, Türkiye’yi bölünmüş bir ülke olmaktan çıkarıp çekirdek
bir devlet haline getirmek için gerekli siyasal ve dinsel meşruluğu kendisinde
toplamış olan bir lideri gerektirir.”(Sf. 264)
Kişi
bazında lider olacak politikacı “siyasal ve dinsel meşruluğu” olacak diye
tanımlanıyor. Böylece dinsel inançları olan siyasetçi laikler ve İslamcılar
olarak bölünmüş görünümü veren Türkiye toplumunu birleştireceğine inanılıyor.
Graham
Fuller “Türkiye’de İslam Fundamantalizm Umutlar” adlı rapor hazırlıyor, bu 1989
yılında Tercüman gazetesinde yayınlanıyor, sonrada kitap oluyor. Bu kitap
ülkemizde “Türkiye’de İslamcı Akımlar” adıyla 2010 yılında yayınlanıyor.
G.
Fuller raporunda önce saptama yapıyor. “İslamcı faktör, ABD’nin Ortadoğu’daki
hareketini ve Türk desteğini kısıtlayacaktır. Bu durum ABD’nin Körfez ve
Arap-İsrail meselesindeki politikasını da etkileyecektir.”(Sf. 19)
Demek
istediği şu; Eğer İslamcılar dıştalanmaya devam ederse İran da olduğu gibi
radikalleşerek başta ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını engel olmaya
başlayacaktır.
Huntington gibi durumu saptamakla kalmıyor önlemler önermekten kendini alıkoymuyor. “Türkiye’nin demokratik sistemi İslamcı güçlere, çoğulcu çerçeve içinde politikaya katılma şansı verir. Teşkilatlanmış Müslümanlar, kanuni yollardan taleplerini açıklayabilir ve kamu politikasını etkileyebilir. Demokratik rejim, İslamcı muhalefeti sistemin bir parçası yapmak suretiyle, İran’daki senaryonun tekrarlanması ihtimalini sınırlar.”(Sf. 82)
Huntington gibi durumu saptamakla kalmıyor önlemler önermekten kendini alıkoymuyor. “Türkiye’nin demokratik sistemi İslamcı güçlere, çoğulcu çerçeve içinde politikaya katılma şansı verir. Teşkilatlanmış Müslümanlar, kanuni yollardan taleplerini açıklayabilir ve kamu politikasını etkileyebilir. Demokratik rejim, İslamcı muhalefeti sistemin bir parçası yapmak suretiyle, İran’daki senaryonun tekrarlanması ihtimalini sınırlar.”(Sf. 82)
Bu
rapor ne zaman yayınlanmıştı 1989 yılında. Türkiye’de kim hükümetti? Anavatan
Partisi, Cumhurbaşkanı olmazdan önce Ekim 1989 yılına kadar da Başbakan
Özal’dı. Fuller’in raporunu hazırladığı tarihte İslami güçlerin yasal olarak
örgütlenip propaganda yapmasının önünde engel olan 163. madde vardı. İşte
Fuller bu maddenin İslami güçlerin demokratik rejim içerisinde muhalefet, daha
doğrusu politika yapıp örgütlenmesinin önünde engel olduğunu, maddenin
kendisinden doğrudan söz etmeyerek gönderme yapıyordu. Ve bu madde Özal’ın
cumhurbaşkanı, Anavatan Partisi’nin hükümet olduğu 1991 yılında kaldırıldı.
İslami
harekettin önünde engel olan maddenin kaldırılmasıyla yetinmiyor Fuller, diyor
ki; “Türk yetkililer, laik siyasi düzenin gerekleriyle, inananların
ibadetlerini serbestçe yapabilme ihtiyacı arasında denge oluşturmalıdırlar.”(S.
85)
Bu
dengenin anlamı şu oluyor: 1923 Kemalist devrim ile devlet kurumlarından
uzaklaştırılmış ve kontrol altına alınmış olan din ile devletin barışması, yani
seküler devlete geçiş…
G.
Fuller bu raporu hazırladığı yıllarda, doksan öncesi, devlet din ile barışmış
değil, dini dıştalamaya, örgütlenmesini engellemeye çalıştığı yıllar. Raporunda
öngördüklerinin gerçekleşebilmesi için Birleşik Devletlere Türkiye’de bulunan “İslamcı
hareketin ılımlı üyeleriyle gayr-i resmi ve ihtiyatlı temaslarda bulunmak
faydalı olabilir” diyor.(Sf. 96)
Refah Partisi 1983 yılında kuruluyor.
Recep
Tayyip Erdoğan 1984 yılında Beyoğlu Refah Partisi İlçe Başkanı oluyor. Bu
tarihleri aklımızda tutmakta fayda var.
Emperyalistler,
özellikle ABD emperyalizmi “Ilımlı İslam Projesinin” önce Erbakan’a
götürüldüğünü, Erbakan’ın bunu kabul etmediğini yazıyor. ABD Türkiye’ye büyük
elçi olarak Abramowitz atanıyor. Tayyip Erdoğan Beyoğlu Refah Partisi İlçe başkanlığına
devam ediyor. Erbakan’dan hayır yanıtı alınınca Mehmet Metiner aracılığıyla
Recep Tayyip Erdoğan’ın Abramowitz ile Kasımpaşa’daki bir vakıfta Refah Partisi
İstanbul İl Yönetiminden birinin de bulunduğu buluşma gerçekleşiyor. (Geniş
bilgi için Yeni Türkiye: İslam Türk Diktatörlüğü adlı kitabıma bakılabilir.)
Türkiye’ye Operasyon
Başlıyor.
Türkiye'ye operasyon genellikle AKP’in hükumet olması ile başlatıldığına inanılıyor.
Hayır, hem de kocaman bir hayır! Bunun öncesi var biraz önce Özal döneminde 163. maddenin kaldırıldığını belirtim ama yine daha öncesi var.
Operasyon
12 Eylül 1980 darbesiyle hem de kendilerine Atatürkçü diyen generaller ile
başlıyor.
12
Mart 1971 darbesi yarım kalan bir darbedir. Oligarşik üçlü ittifakın bir
ayağını oluşturan tekelci burjuvazi I. Erim hükümeti ile tefeci-tüccar ve
ağaları iktidardan kovmak istemiş ama başaramamıştır. Diğer amacı olan solu
örgütsel olarak yenmiş ama ideolojik olarak yenememiştir. Bu özelliklerinden
dolayı 12 Mart darbesi tamamlanmamış darbedir.
12
Eylül 1980 darbesi 12 Mart darbecilerinin yarım bıraktığını tamamlamış üçlü
ittifakın tüccar ve ağaları iktidardan kovularak iktidara tekelci burjuvazi
yerleşmiştir. Ancak tekelci burjuvazi iktidarı generaller ile paylaşmak zorunda
kalmıştır. Tankla, topla, tüfek ile darbe yapanın iktidarda söz sahibi olması
doğaldır.
12
Eylül darbeci generalleri sol muhalefeti ezme/yok etmeyi
Kürtleri
biat ettirme, asmile etme, yok saymayı amaçlamıştır.
12
Eylül darbeci generalleri her ne kadar her cümleye “Atatürk” diye başlamışlarsa
da faşist Aydınlar Ocağı üretimi olan Türk-İslam sentezini devletin ideolojisi
yapmışlardır.
Tekelci
sermaye artı generaller iktidarının kitle desteğini İslamcı milliyetçiler oluşturmuştur.
12 Eylül
darbesi ile iktidarın belirleyici gücü durumuna gelmiş olan generallerin
politikası aşağıda, altyapıda, İslamcı hareketin gelişmesini kolaylaştırma,
üstyapıyı elde tutmak ve İslamcıları bu kurumlara sokmamak şeklindeydi.
Özetlersem;
1- Tekelci burjuvazi
istediğini almıştır.
2- Generaller iktidarını
güçlendirmiştir.
3- Sol ideolojik ve
örgütsel olarak yenilmiştir.
4- Kürt hareketi askeri
ve siyasi olarak yeniden yapılanmıştır.
Darbeci
generallerin kurduğu bu sistem 2001 yılına kadar işlemiştir.
Şöyle
ki; aşağıda İslam’ın gelişmesi, kitleleri etkilemesi için kolaylaştırıcı
uygulamalar üstyapıda yer talep etmeye başladığında generallerin oluşturduğu
üst yargı tarafından örgütleri kapatılarak, önemli kadrolarına siyasi yasaklar
koyarak sürekli budanmış ve iktidar organları dışında tutulmuştur. Son örnek 28
Şubat darbesidir.
Soru İşaretleri ile
Dolu Öldürmeler
Başka
ülke tarihlerinde var mıdır bilmiyorum ama bizim ülke tarihimizde oldukça
düşündürücü öldürmeler bulunuyor. 1990-1993 yılları arasında İslam
ideolojisinin gelişimi önünde engel olan aydınların öldürüldüğüne üzülerek ve
acı duyarak tanıklık ettik.
Muammer
Aksoy 31 Ocak 1990
-
Çetin
Emeç, 7 Mart 1990
-
Turan
Dursun, 4 Eylül 1990
-
Bahriye
Üçok, 6 Ekim 1990
-
Uğur
Mumcu, 24 Ocak 1993
-
Sivas
Katliamı, 3 Temmuz 1993 sayısı oldukça fazla 33 yazar ve ozan ile iki de otel
çalışanı
Failler bulunmadı dersek yalan olmaz.
(Devam edecek)
Comments
Post a Comment