Yeni Osmanlıcılığın İflası (6)
AKP’nin
Dört Aşaması
24 Haziran 2017 seçimlerine kadar sekiz hükümet
kuran AKP’yi dört aşamada değerlendirmek gerekiyor. Bu aşamalar kendi içinde ve
birbirlerinden ayırt edici özellikler taşıyor. Bu aşamaların değerlendirilmesi
bir yandan Yeni Osmanlıcılığın ve emperyalistlerin üretimi olan “ılımlı İslam”
projesinin iflasını da bize anlatıyor. Aşamalar şüphesiz bıçak gibi kesilip
birbirlerinden ayrılmıyor. Bir sonraki aşamanın belirtileri önceki aşamanın
içinde görülmesi sürpriz olmuyor veya içinde bulunan aşamanın sonraki aşamanın
bazı özelliklerini taşıması kimseyi şaşırtmaması gerekiyor. Her aşamanın
belirleyen özellikler etkisiz hale gelmesi ve yerini yeni belirleyen
özelliklere bırakması ile aşamalar tarihlerle ifade etme olanağını yaratıyor.
Birinci aşama: 2002 – 2010 yılları arasıdır ve
üç hükümet dönemini kapsar.
Bu aşama emperyalistlerin görev yüklediği, 1
Mart teskeresi dışında her şeyin bekledikleri gibi olduğu aşamadır. Bütün İslamcıların, liberallerin koalisyon
olarak hükümette yer aldığı emperyalistlerin, başta TUSİAD olmak üzere bütün
burjuvaların ve aldatılmış solcuların destek olduğu aşamadır. Bu koalisyonun ana gövdesini Cemaat ile Yeni
Osmanlıcılar oluşturur.
2002’den 2007’ye kadar geçen süreç generallerin
tasfiyesi için yapılması gerekenlerin hazırlık yıllarıdır demekte yanlış olmaz.
AB’ye uyum yasaları ile devlet kurumların yapısı değiştirilmiş, yargı, polis ve
bürokratik kurumlara kendi kadrolarının yerleştirildiği yıllardır. Her şey hazır
olduktan sonra 12 Haziran 2007 tarihinde düğmeye basılarak Ergenekon operasyonu
ve devamı gelen ayışığı, askeri casusluk gibi davalar ile emperyalist
isteklerin önünde engel oluşturan generaller hükümet/polis/yargı marifetiyle
tasfiye edilmeye başlanmış, yerlerine Cemaat ve Yeni Osmanlıcılığın kadroları
getirilmiştir.
Bütün bu operasyonlar asker ve üst yargı kadroların
tam anlamıyla temizlenmesini sağlayamadığı için, özellikle de üst yargının
tamıyla ele geçirilmesi amacıyla 12 Eylül 2010 anayasa referandumu
gerçekleştirilmiştir.
Geçerken şu önemli notu düşmek gerekiyor.
“Barış süreci” içinde büyük beklentilerinin gerçekleşeceği umudunu yaşayan Kürt
burjuva hareketi referandumda “boykot” tavrı alarak destek olmuştur. Şöyle ki;
Referandumda sandıkta kullanılan oylar sayılıyor, boykot ise oy sayımı dışın
tutuluyor. “Boykot” tavrı alarak sandığa gitmemek dolaylı şekilde “evet” demek
anlamına gelmiştir. Boykot yerine “hayır” tavrı alınmış olsaydı referandumda
anayasa değişikliği ret edilmiş olacak emperyalist ve bütün burjuva destekli
operasyon tamamlanmamış olurken, AKP iktidarı da beklemediği bir yenilgiyi
yaşayacaktı. Kürt burjuva hareketi AKP’yi ilk kurtarma hamlesiyle ve bugünkü
Erdoğan/Bahçeli istibdat rejiminin önünü açmıştır. “İlk” dediğime göre ikincisi
de var demek ki… İkincisi de Haziran Direnişi tavrıdır. anımsayalım ve hiçbir
zamanda unutmayalım. A. Öcalan’ın “Gezi’de
Erdoğan’ı ben kurtardım” demiştir. İlk iki gün en önde görülen Sırrı
Süreyya Önder aniden ortadan kaybolmuş, adeta görünmez olmuş ve neredeyse
Türkiye’nin bütün illerinde insanlar sokaklara dökülürken Kürtlerin yoğun
olduğu illerde, Eğitim Sen’in birkaç yerde önemsiz basın açıklamasının dışında,
hiçbir hareketlilik olmamıştır. Bir de önemsiz ama toplumu ikna araç olarak televizyon kanallarında
gezdirilerek kullanılan aldatılmış solcuların “yetmez ama evet” tavrı
unutulmamalıdır. Bugün bu “yetmez ama evet”cilerden biri ne yazık ki HDP’nin
eşbaşkanıdır. Bunların birçoğu gelinen noktada utanç içindeyken, yılların
kaşarı Aydın Engin “aynı koşullarda yine
yetmez ama evet” diyebilirim diye Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde
yazabilmiştir. “Hayvan hiçbir şeyden
utanmaz, ama masumdur; ancak insanın utanmazlığı mutlaka ve mutlaka bir
alçaklığın, kalleşliğin, şerefsizliğin, kısacası bir kötülük ve şeytanlığın
zırhıdır.”
Bu aşamada Erdoğan’ın emperyalistleri ürküten
tek hareketi 29 Ocak 2009 yılında Davos’ta yaşanmıştır. Gerçi toplantıyı terk
ettikten sonra yaptığı basın toplantısında “Tavrım moderatöre” diye açıklama yapmış olsa
da durum değişmeyecektir.
İkinci aşama: 2010-2014 yıllarıdır.
12 Eylül 2010 Anayasa referandumu sonrasında
başlar ve 2014 yılına kadar devam eder. Bu aşamada da iki hükümet kurulmuştur.
Bundan önceki aşamanın son hükümeti olan 60. Hükümettin bakanları
incelendiğinde bazı liberallerin tasfiye edildiği Yeni Osmanlıcılığın
teorisyeni olan A. Davutoğlu’n, Ali Babacan’ın yerine dışişleri bakanlığına
getirildiği, ayrıca Bülent Arınç’ın başbakan yardımcısı yapıldığı hükümettir. AB
ile ilişkilere önem vermeye devam ettiğinin ifadesi olan AB ile yürütülen
görüşmelerin başmüzakerecisi Ali Babacan Devlet Bakanı ve Başbakan
yardımcılığına getirilmiştir. Uluslararası sermayeye, özellikle sıcak paraya
güven vermek amacıyla da toplumda “İngiliz Mehmet” diye ünlenen Mehmet Şimşek Maliye
Bakanlığına getirildi. I. aşamanın son hükümeti olan, bazı liberallerin devre
dışı bırakıldığı ama AKP’nin işbaşına gelmesi için özel faaliyet yürüten
emperyalistlerin istediği yönde göreve devam ettiği mesajı verilirken Erdoğan’ın
cemaate karşı elini güçlendirmeye çalıştığı görüldüğünden söz edebiliriz.
Bu aşama, AKP’nin en yüksek oyu aldığı (yüzde
49.95) 12 Haziran 2011 seçimlerini kapsar. Bu sonuç bu aşamanın hemen başında
yaşanmıştır.
AKP, işbaşına gelmesiyle diğer Müslüman
ülkelerde bulunan Sünni Müslüman örgütlerle kurduğu ilişkisini derinleştirip
güçlendirmiş, Türkiye’yi merkez yapmış, adeta Sünni Müslüman enternasyonelini
örgütlemiştir.
Erdoğan’ın “siz öldürmeyi
iyi bilirsiniz” Davos çıkışıyla
bütün Müslüman dünyada itibarı aniden sıçrama göstermiş, hatta Ortadoğu’nun
kimi ülkelerinin dükkânlarında, sokaklarında Erdoğan afişleri asılmıştı.
17 Aralık 2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap
Baharı Kuzey Afrika ülkelerinden Suriye’ye sıçradı.
Yeni Osmanlıcılar birden bekledikleri fırsatın
çıktığına inanarak kendi güçlerini de abartarak yıllarca arka planda tuttukları
ama her değişimi bu amaçlarına doğru ilerlemeye dönüştürdükleri eski Osmanlı
İmparatorluk sınırlarında nüfus alanları yaratma zamanının geldiğine inandılar.
Herkesten önce Suriye savaşına hızla giriverdiler. Bir hafta sonra ittifak
içinde oldukları Sünni örgütler ile Emevi camisinde namaz kılacaklarını gurur
duyarak, keyifle açıkladılar. Emperyalistlerin, körfez Arap ülkelerinin
destekledikleri ne kadar Sünni teşkilat varsa hemen hemen hepsine aktif destek
oldular ve ülkemizi lojistik üst durumuna getirdiler.
Evdeki hesap pazara uymadı. Yanlış hesap
Bağdat’tan değil ama Şam’dan geri döndü. Emperyalistlerle, özellikle de ABD
emperyalistler ile ilişki bu aşamada bozuldu.
Sünni çetelerin insan, tarih, doğa katliamları
bütün dünyada infial yarattı. Şam yönetimi Rusya ve İran ile kurduğu ilişki,
askeri örgütlenmesini hızla çete savaşına karşı yeniden yapılandırarak ayakta
kalmayı başardı.
ABD bu gelişmeler karşısında Suriye’de ittifak
ilişkilerini değiştirip, kara gücü olarak Kürt güçlerini seçmesi Türkiye’nin
elini kolunu bağlarken manevra yapma alanı da daraltı.
Amerika merkezli Cemaat ile ilişkiler Davos ve Mavi
Marmara (Mayıs 2010) limoniydi. Suriye çete savaşı sürecinde ABD ile bozulan
ilişkilerle birleşince Cemaat iktidarda daha fazla mevzi kazanmak, bir türlü
ele geçiremediği istihbaratı ele geçirmek için harekete geçti. Aslında bu
operasyon Erdoğan’ın gizli ajandası operasyonuydu. Biliyorsunuz A. Davutoğlu 7
Haziran seçimleri öncesi H. Fidan’ı milletvekili adayı göstermek isteyince
Erdoğan “O benim sır küpüm” diyerek adaylığına karşı çıkmıştı.
Cemaat, önceki yaptığı operasyonlardaki aynı
taktiği uygulayarak 7 Şubat 2012 tarihinde Hakan Fidan’ı ifadeye çağırdı ama bu
kez papazın her zaman pilav yemeyeceğini yaşayarak öğrendi. Abdullah Gül’ün
yıllar sonra 15 Temmuz başarısız darbe girişimi Meclis Araştırma Komisyonuna
yaptığı açıklamadan anlıyoruz ki, Hakan Fidan’ın ifadeye gitmesini engelleyen
Erdoğan değil Abdullah Gül olmuştur. A. Gül “herkes
suskunken ben gitme diyerek önlemişimdir” demiştir.
Artık ok yaydan çıkmıştı Cemaat ile Erdoğan arasındaki iktidar kavgası giderek şiddetlenecekti.
Erdoğan iktidarının Cemaat’in kadro
yetiştirme kaynağı olan dershaneleri kapatma yasa tasarısı hazırlığına
başladığını Cemaat medyası 15 Kasım 2013 tarihinde kamuoyuna duyurdu.
Cemaat’ten önemli ve etkili ikinci atağın
gelmesi gecikmedi. İktidarın en zayıf karnına hücumu gerçekleştirdi. "17 – 25 Aralık 2013 büyük yolsuzluk
operasyonu" yapıldı. Sanırım Erdoğan için en zorlu günlerdi.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: İkinci aşama
olan 2010-2014 yılları emperyalistler, TUSİAD’da örgütlü burjuvalar ve Cemaatle
ilişkilerin bozulduğu Erdoğan ve Yeni Osmanlıcıların tek başına iktidar olmaya
güçleri yetmediği için “Ergenkoncu” diye bilinen generaller ile itifaka gitmek
zorunda kaldığı aşamadır.
Bu aşamada gördüğümüz önemli bir ayrışma olan
Yeni Osmanlıcıların Fetihçiler ve Mandacılar olarak ikiye bölünmesidir.
Fetihçilerin başında Erdoğan ve A. Davutoğlu
yer alırken Mandacılar A. Gül, A. Babacan ve B. Arınç etrafında toplanmıştır.
Fetihçiler Mandacıları iktidar ortaklığından uzaklaştırmışlardır.
2013 yılında Edelman ile Abrawowitz, ABD
yönetimi için “Genişletilmiş Ortadoğu ve Afrika Projesi” başlıklı bir rapor
hazırlıyorlar.
Rapor Türkiye ile ilgili olarak şöyle diyor,
özetliyorum:
· * Proje gereği
BOP eşbaşkanı yapılmış Erdoğanlı Türk devletinin Müslüman Alemine örnek ve
lider ülke yapılması iflas etmiştir.
·
*Erdoğan’ın başında
olduğu Türk devletinin lider ülke yapılmasından vazgeçilmesi
·
*A. Gül’ün ve F.
Gülen’in desteklenmesi
·
*Ortadoğu’da başta
Şiiler olmak üzere Kürtlerle işbirliğine gidilmesi.
III. Aşama: 2014 – 2017 yıllarını kapsar.
Bu aşama her an çatışma içeriği taşıyan
çelişkileri ve yeni ittifak ilişkilerin oluştuğu aşamadır. Anlaşılması zor gibi
görünen aynı zamanda Yeni Osmanlıcılığın fetihçi kanadının iktidarda en zayıf
olduğu aşamadır. Muhalefetin umutlandığı, her an iktidarı değiştirebileceği bir
aşamaya girildiğine inandığı bir aşamadır.
Emperyalistler, cemaat, TUSİAD, muhalefeti
oluşturan liberaller, solcular, CHP’de örgütlenmiş “Atatürkçüler", Kürt Burjuva
hareketi, MHP’li milliyetçiler ile Erdoğan’dan kurtulmak çizgisinde bir araya
gelmiştir. Bu kendiliğinden oluşmuş geniş yelpazeli ve neredeyse her rengi
içinde taşıdığı muhalif “cephedir.” Bu çizginin karşısında Erdoğan/Davutoğlu
fetihçi iktidar kanatı ve ona desteğini eksiksiz veren İslamcı sermaye ile biat etmiş
sermaye grupları bulunmaktadır.
Bu kendiliğinden oluşan karşılıklı konumlanışın
yanında Suriye iç savaşı ve Kuzey Suriye’de ortaya çıkan Kürt Kantonları yeni bir
saflaşmayı ortaya çıkarırken aynı zamanda Erdoğan/Davutoğlu fetihçi kadına desteğini esirgemeyen muhalif “cephede” yer alan MHP, CHP ve Kemalistleri
görürüz. Saflaşmasının bu şekil almasının en önemli nedeni içteki gelişmeler
dışarıyı, dışarıdaki gelişmeler içeriyi etkiliyor olmasıdır.
İçeride Kürtler ile istedikleri düzeyde
anlaşamayan Yeni Osmanlıcılar “barış süreci” denilen süreci sonlardırmışlardır.
Dışarıda da emperyalistlerin her türlü desteğini alan Suriye’deki Kürt
örgütlerin kurduğu Kürt yönetimleri Türk devleti tehdit olarak algılamasıyla
Kürt politikası hızla değişmiştir. Yeni Osmanlıcılığın ilkelerinden olan
içeride toplumsal barışı sağlama ikna yöntemleri ile olmayacağı kanaatına
ulaşılmasıyla zor yöntem ve araçları kullanılarak oluşturma yolu seçilmiştir.
Bu aynı zamanda emperyalistlerin isteklerinden de bir sapmayı oluşturur.
Askeri anlamda fetihçiler ile kendilerine
“Atatürkçü” denilen ordu içindeki generallerle ittifakın oluştuğu aşamadır.
Askeri alandaki ittifakın siyasi alanda oluşması için faşist parti MHP
iktidardan istediği payı alamamış olmasından muhalif çizgide durmaktadır.
Birçok çelişkinin var olduğu ve karşılıklı
saflaşmaların oluştuğu bir aşamada 7 Haziran 2015 seçimlerine gidildi. Hemen
hemen bütün muhaliflerin istemi dördüncü parti olarak HDP’nin meclise girmesi
ve böylece AKP’nin meclis çoğunluğunu kaybetmesini sağlamaktı. Sonrası gelirdi…
Seçim muhaliflerin beklediği gibi sonuçlandı.
Erdoğan/Davutoğlu fetihçi kanadı psikolojik
olarak yenildi. İktidardan düşme şaşkınlığı, korkusu kendilerine kuşattı.
İktidar siyasi taktik olarak meclisi
çalıştırmama, hükümet kurdurmama ve bir an önce seçime gitmeyi hedefledi.
Süreci lehine çevirecek adımlarını da belirledi. İlki, Baykal’la görüşmeydi.
Bunu başardı. Baykal meclis başkanlığı vaadi ile Erdoğan ile görüşmeye koşar
adım ve de sevinçle gitti. İkinci adım; teamüller gereği hükümet kurma görevi
seçimden ikinci büyük parti olarak çıkmış olan CHP Genelbaşkanı K.
Kılıçdaroğlu’na hükümet kurma görevi verilmesi gerekirken verilmemesiydi. K.
Kılıçdaroğlu’da sadece bir basın açıklamasıyla yetinince Erdoğan derin bir
nefes aldı. MHP, Devlet Bahçeli’nin başbakanlığında, ki K. Kılıçdaroğlu Bahçeli’ye "sen başbakan ol" demişti, dışarıdan HDP destekli bir hükümet kurmayı ret edince Erdoğan
işte şimdi oldu diyerek seçim hükümetini kurdurdu.
Yukarıda özetlediğim bu süreç siyasi gelişmelerin
başlıkları diyebiliriz. Bir de öldürmelerin, katliamların bu süreci etkilediğini
belirtmek isterim.
Erdoğan/Bahçeli fetihçi kanadının en zayıf olduğu bir
aşamada onun hükümetini alaşağı etme fırsatını muhalefet iyi değerlendiremedi.
Erdoğan, AKP’yi psikolojik yenilgiden kurtarmış,
süreci lehine çevirmiş olarak yaklaşık beş ay sonra 4 Kasım 2015’te erken seçime
gitti. İstediği sonucu da aldı.
(Devam edecek)
Comments
Post a Comment