Neler oluyor memlekette
Bütün
ideoloji üretme ve yayma organları Yeni Osmanlıcıların Suriye ve Libya
savaşında izlediği politikanın ne kadar haklı ve doğru olduğu yayınlarının
yapıldığı bugünlerde memlekette nelerin olduğunu unutturuyor.
Bütün
istibdat yönetimleri yönettikleri toplumu iç sorunlarından uzaklaştırmak için
"dış düşman" üretirler. Böylece halkı "vatanın tehlikede"
(!) olduğuna inandırırlar ve hemen "söz konusu vatansa gerisi
teferruattır" söylemine her şeyi bağlarlar. Bir yandan milliyetçi duyguları
teyakkuza geçirirken, her türlü muhalefeti de ezmenin "meşrutiyetini"
yaratmış olurlar.
Fetihçi Yeni
Osmanlıcıların faşist parti ve "Ergenekoncular" ile olan koalisyonu
Suriye ve Libya'da izlediği savaş politikasının başarısızlığa uğramasıyla çözüleceği
ve toplumsal desteğini yitireceği bugünler de daha iyi anlaşılır görülüyor.
Davos'taki
tavır alışıyla Erdoğan'ın İslam alemine lider olma, kimilerine göre halife,
beklentisinin Ortadoğu halklarında tavan yapmasının ardından, sıkı ilişkiler
içinde olduğu Müslüman Kardeşler'in Arap Baharı'nda kimi ülkelerde işbaşına
gelmesiyle eski Osmanlı İmparatorluk sınırlarında nüfus alanları oluşturma
amacını gerçekleştirmek için atağa kalkmasını getirdi. Kendi gücünü aşırı
abartması sonucunda Suriye savaşında sert duvara çarptı.
Suriye
savaşında izlediği politika ile emperyalistler ve Ortadoğu ülkeleri tarafından
yalnızlaştırıldı. Zamanın başbakanı bu tecrit edilmeye "değerli yalnızlık" ifadesi ile
güzelleme yaptı.
Şeriatçı
çetelere "öfkeli Suriyelilerin tepkisi" ve "Rus uçağının düşürme
emrini ben verdim" diyen dönemin başbakanı Davutoğlu'nun başbakanlıktan
uzaklaştırılması sonrası, özür dilenerek, galiba da tazminat ödenerek, Rusya
ile ilişkiler düzeltildi. Samimiyet ve güven içermeyen sadece çıkarlar gereği
Putin ile "can ciğer kuzu sarması" olundu. Ne zaman başımız sıkışsa
telefon ile Putin'e ulaşıldı ama her sorunun çözümünde Rusya S-400 füzeleri
sattı, Nükleer santral ihalelerini aldı, Avrupa'ya doğal gazını ulaştırmak için
memleket topraklarına boru döşedi. Yetmedi, kafa kesen, taşlayarak kadın
öldüren, tarih ve kültür düşmanı şeriatçı çetelerin Suriye'de işgal ettikleri
bölgelerden çıkarılması sorumluluğunu Türkiye'ye yükledi. Şeriatçı çetelerin
hepsinin Suriye'nin İdlip şehrinde toplanmasını sağlayarak onların
silahlandırılması ve M-5, ile M-4 karayollarının bu çetelerden temizlenmesiyle Suriye
yönetiminin inisiyatifine geçmesi antlaşmalarına imza attırılırken Suriye'nin
toprak bütünlüğü de kabul ettirildi ve şu meşhur Soçi Antlaşması imzalandı.
Ancak şunu da atlamamak gerekir bu imzalar atılırken, özellikle Rusya'nın
oluruyla, "Terör koridorunun Akdeniz'e ulaşmasının önünü kesiyoruz"
diyerek, ElBab ve Afrin'e girildi. Oralarda Türk devletine bağımlı yerel yönetimler
oluşturuldu. Yani Misak-i Milliye sınırlarında görülen coğrafyanın bir kısmında
inisiyatif uygulanmasıyla güney sınırı genişletildi.
Soçi antlaşmasındaki
maddelerin bir bir uygulanmasının son tarihi Aralık 2019'du. Rusya, defalarca
"terör örgütü" diye kabul edilen şeriatçı çetelerin "ılımlardan
ayrıştırılıp tasfiye edilememesi" ve M-4 ile M-5 karayollarının Suriye
yönetiminin inisiyatifine geçmesi sağlama görevini üstlenmiş olan Türk
yönetiminin bu görevi savsakladığını ifade etti. Buna rağmen Türk Yönetimi
antlaşmada var olan gözlem noktalarına sürekli asker ve her türlü savaş
malzemesi yığmayı ihmal etmeyerek bir de üstelik Suriye'nin toprak bütünlüğünü
kabul etmiş olmasına rağmen, Birleşmiş Milletler tarafından meşru kabul edilen yönetimin
Suriye ordusunu tanımayarak "Suriye Milli Ordusu" adı altında
şeriatçı çetelerden oluşan bir ordu kurdurdu. İşte bu da bardağı taşıran son damla
oldu. Rusya, madem dedi sen Soçi Antlaşmasında var olan görevlerini yerine
getirmiyorsun o zaman ben ve Suriye ordusu bu görevi yerine getirecek diyerek
İdlip'de taarruz başlattı. Şeriatçı çeteler onca desteğe rağmen tutunamadı M-5
karayolu Suriye ordusunun hakimiyetine geçti, Halep'in kuzeyi tamamen şeriatçı
çetelerden temizlendi ve Türkiye'nin Soçi Antlaşması gereği kurduğu gözlem
noktalarından yedisi Suriye ordusunun kuşatmasında kalınca kıyamet koptu.
Erdoğan
"Şubat sonuna kadar rejim gözlem noktalarının gerisine çekilmezse,
gereğini yaparız" diyerek ültimatomu verdi.
Bu arada
Rusya ile Türk heyetlerinin görüşme trafiği başladı. İstanbul'da görüşme
yapılacağı gün masada güçlü olmak için desteklenen Suriye Milli Ordusu
saldırıya geçti. İşte o gün beş asker yaşamını yitirdi (daha önce de sekiz
asker kaybı vardı) ve Suriye ordusu saldırıyı püskürtü. Heyetler anlaşamadı,
Rusya'da devam kararı alındı. Bu arada Erdoğan ve şürekası, saray beslemesi
yayın organları "şöyle yapacağız, böyle yapacağız" derken, bir yandan
da asker yığmaya devam edildi. Heyetler Rusya'da görüşürken Türkiye sınırından
topçu desteğini arkasına alan Suriye Milli Ordusu tankla, topla, bilcümle
zırhlı araçlarla saldırdı. Savunma hattı yarılan Suriye Ordusuna Rus uçakları
havalanarak destek oldu. Türkiye'ye de "topçu desteğini kes" dedi,
topların ateşi durdu. Uçakların hava saldırısı sonucunda, Rusya tarafından
yayınlanan video görüntülerine bakılırsa, onlarca tankın ve zırhlı aracın
tahrip edildiği görüldü. Türk Milli Savunma Bakanlığının açıklamasına göre de
iki askerin yaşamını kaybettiği ama misli ile karşılık verildiği açıklandı.
İki
saldırıdan ve heyetler arası görüşmelerden istediğini alamayan yönetim NATO'ya
seslendi. ABD'den patroit füzeleri dahil olmak üzere destek istedi. Bu arada
Fransa, Almanya devreye girdi, Erdoğan ve Putin ile görüştüler. İstanbul'da
dörtlü zirve yapalım şu İdlip ne olacak konuşalım, dediler. Erdoğan 5 Mart'a
toplanıyoruz açıklamasını yaptı. Rusya zirveyi olumlu bulduğunu belirti ama
tarih vermedi.
Eee n'oldu
şimdi?
Şubat sonuna
kadar ültimatom vermiştik, yapılacak olanlar 5 Mart sonrasının zirve
sonuçlarına mı kaldı?
Yoksa
heyetler arasında görüşmede Rusya tarafından önerilen harita istemeye istemeye
kabul mü edilecek?
Basına
sızdığı kadarıyla o tarihte Türkiye'ye sınırdan beş kilometre içeriye kadar
inisiyatif veriyor, hani Erdoğan "briketten evler yapıyoruz" diyor
ya, işte o bölge, İdlip'ten gelecek şeriatçı çetelerin ve sivil halkın oraya
yerleştirilmesini öneriyor. Bu kabul görürse beş kilometrenin ötesinde kalan
gözlem noktalarının da bir anlamı kalmıyor.
Bir de işin
diğer yanı var. Bugüne kadar Türk yönetimi tarafından beş bin asker ve tank,
top, zırhlı, silah yığılmış durumda İdlip şehrine, halen daha sevkiyata devam
ediyor. Erdoğan da İdbil'deki durum için "savaş" diyor. Yani
Suriye'ye karşı bir savaş mı açıldı da haberimiz olmuyor? Bu soru havada asılı
kalıyor ama işin esasında ne olacak o kadar askeri yığınak?
Çehov, eğer
öykü duvarda bir silahtan söz ediyorsa o silah patlamalı der. Şimdi İdlip'de bu
kadar asker ve her türlü savaş gereceği yığılıyorsa savaşı patlatacak mı?
Yoksa....
(Başlık
"Neler oluyor memlekette"ydi. bir iki paragraftan sonra memlekette
olanları yazacaktım ama olmadı. Yarına kaldı.)
Comments
Post a Comment